Beyaz... İnsanın gözünü acıtacak kadar, deterjan reklamlarına taş çıkaracak kadar beyaz. Kırmızı camlı gözlüklerini takarsın, ortam pembeleşir. Gözlük takmak zorundasındır, yoksa güneşin ve/veya yağan karın gözüne girmesi kesindir ve göze girmek burada gerçek anlamıyla kullanılmaktadır.Korprıt kafanın haftasonu kaçamağıdır kar sporları (korprıt kafaların ortak hobilerinden çeşitli vesilelerle bahsedilmiştir veya bahsedilecektir), ayaklarının altında bir kez karın ezildiğini duyan herkesin CV'sine gönül rahatlığıyla eklediği bir şeydir aynı zamanda. Kar sporlarından da
snowboard'dur bu genelde; şimdi korprıt kafanın board'a neden daha sıcak baktığı konusunda elimde veya aklımda kesin bir delil olmadığı için ahkam kesemiyorum.
Aktivitelerden ziyade onlara katılımın gelenekselleştiği bizimki gibi okullarda okuyan insanlar için Snowbreak, ailesiyle Uludağ tatillerine gitme alışkanlığı olmayan gençlerin bol kar içinde kar meleği yapmakla başlayan kendini kaybetme ritüeli olarak karşımıza çıkıyor. Bu arada eğer önceki yıllarda işi öğrenenlerin sonrakilere öğrettiği bir devir-teslim töreninin ve bu dersin tek ücretinin fazladan yapılacak bir
shot olmasının hafifliği içindeyseniz (Snowbreak tatillerinin
alles inclusive olduğundan bahsetmiş miydik?) o zaman gözü, kulağı ve bacakları açma zamanı gelmiş demektir: Kar, bundan sonra daha çok sevilecektir.
Şahsen, iki ayağımı tek bir tahtaya bağlamayı sevmediğim için benim için kayaktan başka çare yoktu. Küçükken neden kaykaya değil de, patene ilgi duyduğum da böylece açıklanabilir. Kayaktan board'a dönmek çok sık görülen bir yan etki olduğu için çevremde, bu ihtimali sıfırlamak için dünyanın en güzel kayaklarını satın aldım bu yıl, artık tamamım :)
Kayağın sevdiğim yanı sadece hız, yüzüme çarpan rüzgar veya terletmeyen soğuk değil şüphesiz; o koca kar pantolonunun içinde olmak, hiçbir zaman mont giymek zorunda olmadan poların üstüne ICAMES formamı geçirip kendimi dışarı atmak, sabah 9-akşam 5 kaymak veya altından kalkamayacağım kadar zor pistlerde kayaklarımı elime alıp aşağı yuvarlanmak (en azından kızak yaptım işte!) ve sonra artık pistler kapandığı için mecburen, hoplaya zıplaya sıcak çikolata içmek için lobiye gitmek, bir koltuğa uzanmak veya yer yoksa dostların yanında, yere oturmak. Yere oturmak, işte!
Topuklularla hissetmediğim
coolluğu kar pantolonuyla hissetmemin sebepleri var; birincisi muhtemelen kendimi etrafımdaki herkesle eşit şişmanlık veya zayıflıkta hissetmem, diğeri de bir otel lobisinde yere oturmak gibi her yerde rahatça yapamadığım şeyleri yapmaya hakkım olduğunu düşünmem. Yine muhtemelen sadece benim veya belki bir-iki kişinin daha anlayabileceği bir şeye benzetmem gerekirse kar pantolonu hissiyatımı, ikinci ilk StepS toplantıma benzetirdim. Üstümde yandan cepli kahverengi pantolonum ve siyah Nike şapkamla (alabildiğine paspal halimde) kulübün kalabalığına sesimi duyurmak için kara masanın üstüne çıktığımda ne hissettiysem, aynısını her yıl, her karda hissediyorum.
Bu yıl acayip şeyler de olmadı değil. Eski erkek arkadaşıma çok referans verdiğimi söyleyen Erce'yi haklı çıkararak bir tespit örneğin: Eski erkek arkadaşla gidilecek en iyi tatil, kar tatilidir. Çünkü etrafta aynı veya farklı renklerde ICAMES formaları olsa da bir sürü, illa ki yalnızsınızdır kayarken ve onun size kaymayı (ama önce düşmeyi!) öğretmiş olduğunu sürekli olarak hatırlamanız gerekmez. Yine de, gelenekselleşen birtakım aktivitelerden kaçmakta fayda olabilir; fatoş orağını almışsa almıştır, buna beraber tanık olmanız gerekmez.
Daha önce de buna benzer bir şey dediğimi hatırlıyorum.
SK'nın şu anda son demlerinde olması gereken SportsFest'teki başarısızlığı ile bu yazının aynı haftasonuna gelmesi tamamen tesadüf. Yine de, tee Şubat ayından bugünlerin geleceğini görebilirdik herhalde: Yani, kendi kulüplerinin düzenlediği partide ve üstelik Kartalkaya'da, gidilecek başka hiçbir mekan yokken, işletmecilerle yumruklaşıp gecenin bir vakti herkesi mekandan defettirmek, bana tam da bir
sportmanship brotherhood kibirliliği gibi geliyor, itiraf etmek zorundayım. Tam mekandan otele giden tünelde şüpheli bir koku içinde ilerlerken,
keşke dedim kendi kendime,
Portakal Suyu'nda bir de eski SK başkanı olsaydı da şu beceriksizliği duvardan duvara çekiştirebilseydim.Bir de bana biri şunu açıklasın nolur nolur nolur: Kartalkaya'nın ortasında, yüzde 90'ı Boğaziçili olan, yüzde 2'si de Nokia tanıtımı için gelmiş insanları barındıran bir otelde neden ama neden, akşam yemeğinde kolbastı eşliğinde dans edilmesi beklenir? Yemekte dinlemek isteyebileceğimiz müzikler CD'miz Ank Crew'la karıştırılmış olacak, bu işkenceye maruz kaldık 4 gece boyunca.
Yine de bu yılki iki kar kaçamağımın bende öncekilerden ayrı bir yeri oldu: Ben yalnız olduğum ve yanımdakilerin çoğunun sevgilileri olduğu için daha yalnızdım ve bu daha güzel bir duyguydu. Size bir sır vereyim mi? Telesiejde ve yalnızsanız, boşlamak süper bir duygu. ("8 yaşında ve aşıksanız, hayat çok güzel" diyen sarışın çocuğun olduğu çizgi filmi hatırladım birden, onun adı neydi ki?) Önüm, arkam, sağım, solum şu aşağıdaki manzarayken, uyanık rüyalar gördüm, hem de ne rüyalar, "
daydreaming dedikleri böyle bir şey olmalı" dedim kendi kendime.
"Our truest life is when we are in dreams awake."
Henry David Thoreau
Gözümü kapattığımda gerçekten hissettiğim, batonlarımı tutmayan elimi uzattığımda tuttuğum ve bir kısmını hala gördüğüm rüyalar -hayır,- hayaller gördüm.
Günün sonunda gözlüklerini çıkarırsın ve asıl ve yan renkler skalasında sana hiç öğretilmeyen bir görüntüyle karşılaşırsın: Beyazdan kırmızı çıkmış, ve mavi kalmıştır.
Kar mavisi.
(Bu arada, telesiej bir Öztürk Serengil lafı mıdır?)
(Şubat-Mart 2010; Kartalkaya, Uludağ)