Korprıt kafanın olmazsa olmazlarından bir boş zaman aktivitesi irdeleyeceğiz bugün: Fotoğraf Edebiyatı.
Ofisin fotoğraf çekme ve o fotoğrafları belli yerlere yükleme sorumluluğunu uzunca süre taşıyan biri olarak itiraf etmem gerekir ki, ben fotoğraf çekmeyi bayağı seviyorum. Ama insan fotoğrafı çekmeyi seviyorum; bakınca o anı hatırlatan fotoğraflar, daha çok da insanların çekildiklerini fark etmediği, rol yapmadığı, fotojenik olmadılarını onlara hatırlatmayan alabildiğine doğal fotoğraflar...
Bununla ilgili geçenlerde okuduğum güzel iki cümleyi paylaşasım var:
Biraz karamsar da olsa, benim sebebim bu. İnsanlar öldüğünde, veya basitçe, aradaki bir şeyler öldüğünde fotoğraflar umut veriyor insana. Aynı kişilerle, aynı yerde, aynı yaşta veya kiloda değil belki ama "bir resim de bu geceden" çektirme umudu.
Benimki doğru, demiyorum. Lakin fotoğraf edebiyatı lafı ile anlatmak istediğim sadece fotoğraf çekmekten zevk almanın ötesinde, çekmiş olmak için fotoğraf çekmek. Galata Köprüsü'ndeki balıkçılar örneğin, Yeni Cami'nin önündeki güvercinler, mavi gözlü sokak kızı filan... Herkes portre veya natürmort çalışmak zorunda değil ancak herkes de nar resmi yapmasın, fotoğraf çekeyim derken fotoğraf edebiyatı parçalanmasın, dimi ama?
Bizim oranın adetleri, meşhurdur karikatürleri:
Böyle bir şey olmasına karşıyım fotoğrafçılığın, azıcık boş vakti olan her korprıt kafa gidip bir fotoğrafçılık kursuna kaydolup, sonra D90'ıyla suriçinde foto turlarına çıkıp, bir de vitrin camından kendini çekmesin. Lütfen. Şirketin yarısı aynı fotoğrafçılık kursuna, geri kalanın da yarısı bir başkasına gitmesin; fotoğraf çekmek antidepresan almak gibi bir alışkanlık olmasın.
Anının bir anlamı olsun arkadaş ya, şu zavallı hayatın teneffüs aralarına kurban giden bir şey olmasın fotoğrafçılık.
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder