... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

29

hep bi çöpü karıştırmaca


Daha 17 yaşında Teoman, 19 yaşında da Nev zor gelirdi insana...

Ben "27'sine birkaç ay kalmış, hala yaşı sorulunca 26" isimli şarkıyı arıyorum.

"30 oldum be anne" derken gözü doluyormuş insanın.
Yalnızlıktan filan da değilmiş bu.
-gerçi öyle olsa ne olurmuş da...
değilmiş bu sefer-

Dışımızdaki öküze OHA!

"İçinizdeki öküze OHA deyin"i, kişisel gelişim kitaplarıyla dalga geçen bir "kişisel gerileyiş kitabı"ndan ibaret sandığımdan ve ismiyle kapak tasarımını ilgi çekici bulduğumdan, geçenlerde karşıma çıktığında alıverdim. Adetim değildir bir kitabı yazarına ve arka kapak açıklamasına bakmadan satın almak, lakin öğle tatiliydi, zaman dardı ve... neyse, yaptık işte bir öküzlük.

Stajyerimiz öğle tatili dönüşü kitabı "bu da neymiş..." diyerek eline aldı ve olaylar gelişti. Ben solumda ayakta duran stajyerimizin elindeki kitaba bir daha baktım ve yazarın adını ilk kez gördüm: Bülent Akyürek. Yani, şu satırların sahibi olarak tanıştığım köşe yazarı...

"Biz jigolo değiliz. Bedenimizle ilgi çekmek “erkek tesettürü”ne uygun değildir, yani o zaman güvenilir, babacan görünmüyoruz.

Üçgen vücutlu Müslüman görmek istemiyorum… Müslüman, ince bir sopa gibi olmalıdır. Allah’ın zalimler için kullanacağı sopa…


(...)

Üçgenin iç açıları eşittir ama modern erkeğin içindeki üç açı ne oldu biliyor musunuz?

Din, kadın, para!

Hepsini toplayınca ortaya münafık çıkıyor farkında mısınız?

(...)

Oysa, eskiden bir Müslüman giyim tarzıyla 2 kilometreden tanınırdı. Şimdi küresel giyim ve yaşam tarzları arasında bir erkeğin Müslüman olup olmadığını anlayana kadar ömür bitiyor."


Efendim? Ötekileştirme mi dediniz?

Stajyerimin elinden aldığım kitaba göz gezdirdim, kapaktaki minik "neo-tasavvuf" yazısını gördü önce gözüm, sonra da şöyle bir çevirdiğimde neredeyse tüm sayfalarda gördüğüm ayet, hadis alıntılarını. İnsanlar her şeyden alıntı yapabilir elbette, en son Erinç'ten araklayıp bütük bir zevk ve iştahla okuduğum "Habibi" hem tarz hem de içerik olarak dinsel öğeleri ağırlıkta bir kitaptı. Lakin, orada yazar/çizer bu öğeleri, kimseyi suçlamadan veya münafık, şeytan addetmeden, büyük bir ustalıkla hikayeye yediriyordu.

Göz gezdirdiğim kadarıyla Bülent Akyürek ise, köşe yazılarından taşan hırslı bölücü tonunu kitabında da aynen devam ettirmişti.

Kişisel gelişim kitaplarından hazzetmemem, onları yazanları "Kuran’ı tersten okuyan her insan bu kitaplardan yazabilir! Şeytan, Kişisel Gelişimi kullanarak damarlarımıza sızıyor. Bu kitaplar “Şeytanın İlmihal Kitapları” olmaya başladı." diye yaftalayıp aşağılayan Bülent efendinin kendi kendine yarattığı "neo-tasavvuf" segmentinin ekmeğini yemesine hizmet edeceğim anlamına gelmiyor.

Bu nedenlerle, bugün iade ediyorum kitabı. Para kazanmasını istediğim daha düzgün, daha kafalı ve kafası açık yazarlar var dünyada.

Demek ki neymiş, bir kitabı gerçekten de kapağına bakarak değerlendiremiyormuşuz.

nereye de koydum RTE'yi acaba...

Obama'nın "doğal" fotoğrafları vardı ya hani, seçimden önce günün yorgunluğuyla gazeteleri karıştırır, eşinin yanında huzur bulurken...


Hah işte, bu aşağıda göreceğiniz fotoğraf da o hesap.

Dekor bakkal. Ama boş bakkal. Bu boşluk halkın cüzdanıı temsil ediyor diyebilirdi, Umut Sarıkaya olsa. Mesela yani. Hatta daha ileri gidip, "siz burda sefa içinde yaşarken halk petit beurre gibi çifte kavruluyor" da diyebilirdi.


"Başbakanımız"mış...


Mesela yani.

Türkiye Foto Muhabirleri Derneği tarafından 26 yıldır aralıksız olarak sürdürülen "Vakıfbank - TFMD Yılın Basın Fotoğrafları" yarışmasında ödüller sahiplerini buldu.

Yarışmada Yılın Siyaset Fotoğrafı Ödülü, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'da bir markette yapmış olduğu telefon görüşmesinin yer aldığı kareye verildi.

Anadolu Ajansı'ndan Kayahan Özer'in çekmiş olduğu fotoğrafta Başbakanımız'ın doğallığı dikkat çekiyor.

The Original

Bir ortamda yapılacak bazı espriler, ben kırılırım diye yapılmıyormuş.
Sonra bir ara, ağızdan kaçıveriyormuş.

Düşüncelerinde haklılarmış.
Gerçekten de kırılıyormuşum.

Nerede o eski açma halkaları...


_ Hiçbir şeyin değerini zamanında bilemedin sen Hamdi. Sen böyle şeyleri fark etmezsin ama, eskiden kola kutularının kapaklarındaki açma halkaları yarım yamalak lehimliydi o kutulara. Açma halkaları yok mu canım, hani biriktirene uyduruk bir şeyler verirler de utanmasalar beleş diye evine kamyon lastiği alacak adamlar oyalanır o hediyelerle... Hah işte onlar. Onlar eskiden, kola kutusundan sevgili falı bakarken çat diye kırılıverirdi. A, B, C, Ç, D, E, F, G, (Ğ ile başlayan isim yok), H, I, İ, J (belki gavur sevgilimiz olur, diye - babamız bizi gavura verirse tabi, belki çok seversek...), K, L, M...çat! Buraya kadar bile gelmezdi o fal genelde. O dönemlerde adı Yahya veya Zühtü olan oğlanların hiç şansı yoktu, 1-0 yenik başlarlardı hayata. Bırak 1-0'ı, 29'a 0'a kadar yolu vardı mağlubiyetlerinin. İşte o dönemin ekmeğini hep sen ve senin gibiler yediniz Hamdi. Etrafında dönüp durduğun tüm kızlar H geldiğinde hep "acaba?" dedi. Akıllarına düştün bu dededen kalma isminle bile.

Keser döndü sap döndü, senin zamanın geçti artık Hamdi. Alfabede üç tur atılıyor açma halkası falında. Bundan sonra Zühtü neyse, sen de osun. Bir özelliğin yok, tüm güllerle aynısın. Benim bahçemse daha geniş eskisine nazaran. So many men, so little time.

Benim tek ve eşsiz gülümken düşünecektin bunları. Ee, ama hiçbir şeyin değerini zamanında bilemedin ki Hamdi sen...

dünyanın en nafile "şerefe"si



"Başlayan ve biten bütün arkadaşlıklar şerefine" içerse insan, yalnız içiyor.

Karşıdakinin ruhu duymuyor, haberi olmuyor.




Şu linkte, güzel bir şiir ve iyi bir niyet var:

http://kultursokellasi.blogspot.com/2012/02/iste-renk.html

ekstrem

b: Sen bu ay masraf yapmadın mı daha?
s: Yapamadım işte ya ekstrem gelmemiş, geç uyandım duruma sonra da ekstrem eve gitmiş falan da filan da...
b: Ama seninki çok ekstrem bi durum yahu.

erdal bakkaling


Çok iyi düşünmüşsün, çok güzel düşünmüşsün de kardeş,
gönüllerin bakkalını dışarıda bırakmışsın,
e oldu mu şimdi?


Lütfen Hugo Oynamayınız.

çarpıcı açıklamalar ve şok edici pozlar

dün takip etmeye başladığım flickr kızı için


Çok acayip fotoğraflarım çekilsin istiyorum. Acayip dedimse yani... Fesata bağlamayın. Öyle değil.

Fotojenik olduğumu düşünmemekle beraber, yüzüne bakılmaz, kaknem bir şahıs da olmadığımdan neredeyse eminim. Fotoğraf çekme düşkünü, instagram tutkunu ofis arkadaşlarım filan olmadığından, sanal alemlerde de iki yıllık fotoğraflarımla boy gösteriyorum hala. Ne bileyim, Kayhan'ın çektiği Bostancı lunaparkı fotoğraflarının (özellikle de benim salıncakta olduğum fotoğrafın) kimse eline su dökemez, ya da üç yıl kadar önce Yoncaköy'de kumlarda yürürken kardeşimin çektiği siyah beyaz fotoğrafım gibi bir tane daha yok. Ya da lisedeyken tramboline çıktığımda, okulun bahçesinde gülerken, son StepS'im baskıdan geldiğinde, ICAMES'te teknede, ofiste kameraya dil çıkarırken... İyi ki var o fotoğraflar.

Derdim fotoğraflarımı elaleme göstermek de değil.
Bazı fotoğrafların içindeki kendimi çok seviyorum sadece.

Fotoğraftaki kendilerimi sevdikçe de gerçektekiyle daha çok barışacağım.

boş / dolu

"Kızım sen deli misin allahaşkına, ne anlatıyorsun?"
dedi Berrak.

"Neden ya?"
dedim.

"Şikayet ettiğin ne varsa aynısından bir tane daha mı buldun? Bırak, bırak, boşver ya, çürütme içini."
dedi.

Haklıydı.


Sevmem yarım bırak(ıl)mayı.
Yapamadıklarım, yaptırılmadıklarım rahatsız eder beni.


Gel gör ki, bazen sabah gözümü açıyorum, mesela bir haftasonu, kalkmak istemiyorum, yatmaya devam etmek de istemiyorum. Kalkıyorum sonuçta, çünkü yatınca daha iyi bir şey olmayacak.

Beraber yapmayışımızdan rahatsızlık duymayacağım tek şey, mesela bir haftasonu, kalkmak.
Gibi.
Sanki.

think big

Stalking, yani hafif sapıklık ihtiva eden takip olayının eninde sonunda insanın kendisini çileden çıkaracağını, görmese daha iyi olacak şeylerle tekrar tekrar karşılaşmasına sebep olup mutsuz edeceğini düşünürdüm hep.

YANILMIŞIM.

Bir adamın sanal hesaplarında üç-beş dakika geçirince, onun çevrenizdeki insanlarca neden sevilmediğini, insanlara nesinin battığını anlıyorsunuz. Aniden gözünüz açılıyor. Sinirlisiniz, tabi ki ondan bu, herkese ve her şeye karşı koruyup durduğunuz, onun hakkında edilen laflara "yok aslında hiç öyle değildir o" dediğiniz adama karşı aldığınız cephe. Yoksa, o yıllardır yanlız'ı yalnış yazıyordu, hiç fark etmemiştiniz bile.

GERÇEKLERİ GÖRDÜNÜZ BELKİ DE.

Ve bir dahaki sefere gelip size "eski kız arkadaşım..."la başlayan cümleler kuracak olursa, ona gülüp, arkanızı dönüp gidebilirsiniz. Çünkü eski kız arkadaşından şikayet eden tüm tanıdıklarınız birleşse, onu tüm gerçek ve daha çok da sanal ortamlarına davet ve alet eden bu adam kadar etmezler.

Ya da yok ya, niye arkanızı dönüp gidesiniz ki? Hep salon kadını olacak değilsiniz, bu sefer iki çift laf edersiniz gitmeden. Mesela gözünüzün içine baka baka:

"SİZ ONU BEĞENMEZSİNİZ AMA, BENİ ESKİ KIZ ARKADAŞIM ADAM ETTİ"

dediğinde bir dahaki sefere, susmak, duymamış gibi yapmak, başka taraflara bakmak yerine aklınıza gelen ilk cümleyi söyleyebilirsiniz:

"BU MU ADAM OLMUŞ HALİN?"

Ah, bazı insanlar adamlık hakkında çok küçük düşünüyor.
Halbuki bizim yıllarca kendimize mihenk taşı edindiğimiz slogan, bunun tam tersiydi.

Anonim'in Saldırısı

Dün kulağımda müzikle evin merdivenlerini hoplaya zıplaya çıkarken yüzüm, bir arkadaşımın o hiç hoşlanmadığı küçümser ifadeyi aldı. Gözlerim kısıldı, dudağımın bir kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. "Tsshh..." dedim kendi kendime. "Çok üzüleceksin bir gün."

Bir kaset alıp içine iki şarkı çeksem mesela...

A yüzü: Gloria Gaynor - I Will Survive
B yüzü: Tina Turner - When The Heartache is Over


(Çünkü bu son şarkı, diğerinin gölgesinde kalmış ve hakkı verilmemiş bir şarkıdır.)

Kasetin kapağına mis gibi renkli kalemlerimle şunu yazsam:
gözümden düştün ya, nasıl mutluyum aklın almaz!


Sonra da kaseti, başına bir şey gelmesin diye baloncuklu bir zarfa koyup, işyerine yollasam...

Bu anonim saldırıyı pekala anlayıp, hiçbir anlam verememiş gibi davranman da beni zerre kadar ilgilendirmese...




İnsanlara tanımadıkları seni anlattıkça, sana tahammülüm azalıyor.
Ben Ibiza noktasına sonunda geldim.
Sen de bekle daha... Yakında sıfırlanacaksın.



(@ladybyzv'e teşekkürler)

because penis in vagina


Hatırlamadığım bir yaşa ait bir diyalog var; sen de 8, ben diyeyim 10 yaşındaydım herhalde:

_ Peki bebekler nasıl oluyor anne?
_ 16 yaşına gelince de onu anlatırım kızım.
_ Üüüüf çok zaman var daha!

Aslında benim annem, aldığı eğitimin insan altyapılı olmasının da verdiği "normal bunlar ki" duruşuyla, 10-12 yaşlarında adet görme konseptini kuzenime (ve daha küçük olan bana) açık yüreklilikle anlatmış bir kadındır. Bugün ben rahat rahat "penis" diyebiliyorsam, bunun sebebi sadece Fizyoloji dersinin 26. bölümü olamaz yani. Irsi, ırsi.

Yine de, bebek oluşumu noktasında biraz utandığını sanıyorum. Anne sonuçta. Sağolsunlar, babamla kendilerini basmama izin verip bir çocukluk travması da yaşatmadılar bana hiç.

16 yaşımı bitirdikten sonra bir gün, annemin sözü geldi aklıma. O zamana kadar tabii ki her şeyi öğrenmiş, bazı şeyleri de hissetme fırsatı bulmuştum. Yok, aynaya sprey sıkıp tersten izleyince şifresiz olan Cine5'ten öğrenmiş değildim bildiklerimi. Cinsel eğitim dersi filan almıştık koca bir konferans salonunda.

Annemi kıstırdım mutfakta bir gün...

_ Anne, sen bana 16 yaşında bebeklerin nasıl olduğunu anlatacaktın ya...
_ ("Hassiktir hatırladı" ifadesiyle) Evet kızım.
_ Heh işte onu öğrendim ben.

Böyle kısa devre yaptırırlar adama.

İngilizce, sen kocaman bi çılgınsın!

Vatandaşa Sorduk: ASM

Tamamı @kitchest'in eseridir, satılamaz.


VATANDAŞA SORDUK: ADAPTIVE SITE MONITORING

(a.k.a. Prompt Monitoring)


İsmail Dübük / Ticari Taksi Şöförü

Şimdi vatandaş taksiye biniyor, keyfini yapmak istiyor. Misal yoldan gelmiş, 3 saattir uçakta, sigara içememiş. E birşey diyemiyorsun haliyle, “Kardeşim ticari taksi değil mi bu?”, diyor. Ben şahsen izin veriyorum. Şimdi bu ASM denen olay yani bilmiyorum, hayatımızda neleri değiştirecek. Gece tarifesi kalkınca işler toparlamıştı biraz, inşallah negatif bir etkisi olmaz. Zaten yevmiyeyi zor çıkarıyoruz.




Müge Merdane / Monitör

Yani açıkçası ben yüzde 100 esdivi yapmazsam içim rahat etmiyor. Merkezlerin durumu hepimizin malumu, iki dakika boş bırakmaya gelmiyor. Eskiden çalışmalarda kağıt siyaref vardı, güzel güzel dolduruyorlardı. Şimdi yok şifre, yok bilmemne derken.. Zaten ben pazarlamaya geçmek istiyorum.





Dr. Selma Telkadayıf / Medikal Müdür

Valla bizim çalışmaları CRO’ya veriyoruz, onlar yapıyor. Düzgün yapıyorlardır herhalde. Yani bizim çok anladığımız bir olay değil klinik araştırmalar, ama çok önemli. Ben şimdi bir mail yazıyorum CRO’ya, ASM’sini de yapsınlar. Bir eksiğimiz olmasın audit falan gelirse. Ha bir de Kastamonu Endokrinoloji’den Toygar Hoca sizin şu HALLEY çalışmasını sordu, hasta aldık mı orda biz? Klinik araştırmalar çok önemli.




Halil Boz / SAK Yetkilisi

Bu monitoring olayını çok karıştırdılar. Ha, aralarında bi fark kaldı, o farglan çogzel oldu. Messelam, herkeşin çalışmasına kimse karışamaz. Ben bu şekil monitoring yaparım, şu bayan şu şekil yapar, şu şekgil yapar. Özgürlüğü bidir. Ha, monitoring plan, kurban olduğum ya Resullallah’tan gelebilir amma, lakin ki, öyle değildir. Eyyorlamam bu kadar, şimdi bütün bunları bir egzel dosyasına girip size gönderiyorum.
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!