... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

Kırmızıya inanmıyorum ama bir don var.

"Resolution #1: Uggg - will obviously lose 20 lbs. #2: Always put last night's panties in the laundry basket. Equally important: will find nice sensible boyfriend and stop forming romantic attachments to any of the following: alcoholics, workaholics, sexaholics, commitment-phobics, peeping toms, megalomaniacs, emotional fuckwits, or perverts."

(
Bridget Jones'un Günlüğü'nden)


Hiç öyle, yoldan çıkmış diye nitelendirilebilecek, hani annemin görse "lan bu ne" diyeceği adamlarla beraber olmadım. Bu iyi bir şey olsa gerek, zaten hayatta en çok eğlenenlerin serseriler olduğunu ve hızlı yaşayıp genç ölünce cesedimizin yakışıklı olacağını filan düşünmüyorum (James Dean benim tipim olmasa da bayağı yakışıklıymış, ama ölmeden de yakışıklıymış yani. Sapla samanı karıştırmayın.)

Serseri adamlara aşık olmuyorum.
Serseri adamlara aşık olmuyorum demek, bana temelde kötü gelen hiçbir insansal alışkanlığım yok demek değil. Hani çiftler vardır sürekli kavga eder, hatta sürekli ayrılıp barışırlar, yalama olmuştur ilişkileri... Ne seninle ne de sensiz diye yaşayıp giderler. Uzaktan o çiftlere bakar, genelde iki taraf da haksız olduğu için hangisi daha yakın arkadaşınızsa onun yanında durur ve ona, bazen özellikle duyamayacağı biçimde

"sana kötü geliyor o, görmüyor musun?"

dersiniz ya. Bu o kadar barizdir ve arkadaşınızın ne kadar tükeniyor olduğunu kendisinin fark edememesine şaşırır, kendine çektirdiği işkenceye onun yerine içerlersiniz ya. Gözünü açmak istersiniz ya kocaman böyle, her şeyi daha net görsün diye...

Çok yakından bakınca flulaşır her şey. İçinde olan bilemez, göremez kolay kolay.

Uzaktan bakınca ne olduğu ve ne olacağı belliydi, ama ben vaktiyle, sırf beni başka kimsenin anlamayacağını veya sevmeyeceğini düşündüğüm için birkaç ay boyunca süründürdüm bir ilişkiyi. Birkaç ay, insan hayatında uzun bir süre. "Bunu bir daha yapmayacağım" demiştim kendi kendime, "artık biliyorum, artık daha eminim kendimden, değerimden, başkasına verebileceğim değerden" demiştim. "Artık kızmak istemeyecek, kızmaktan yorulacak kadar kızmayacağım kimseye, o boşvermişlik seviyesine hiç gelmeyeceğim" diye karar vermiştim kendimce.

Bir yıl bitti. İlişki anlamında başından sonuna yalnız olduğum, her anlamda giderek daha yalnızlaştığım bir tam yıl, bugün bitti ve ben yalnızlaşışlarıma gülümseyerek kapımı açmaktan hala vazgeçmediğimi fark ettim. Bir yıl, insan hayatında uzun bir süre.



2009 benim yılımdı, demiştim. Birçok açıdan öyleydi. 2010 ise, mükemmel bir havada uzun uzun kahvaltı edip Bebek’te çay içerek başlamasına rağmen, kötüleşti, giderek kötüleşti ve beni kendisine laflar hazırlamak zorunda bıraktı. Hiçbir duygumun muhattabını bulmadığını hissettim yıl boyu. Yazılar boyu konuşmuşum, artık yıl bittiğine göre ölenin arkasından konuşmak doğru olmaz desturuyla susuyorum.

***

30 Aralık’ta, kalkmam gereken saatten 2 saat önce zank diye uyandım. Normalde aşırı mesane basıncı hariç top atılsa uyanmayan biri olarak, 03:14’te zank diye uyanınca alt üst oldum bir miktar. Kalktım, evin içinde anlamsızca dolaştım, pencereyi açıp dışarı baktım ve ısınmak için yatağıma geri gittim.

Bundan takriben 19 saat sonra, artık gecenin bir vakti denecek bir saatte, yorucu ve yarısından çoğu boş geçen iki günden sonra eve dönerken Yani’yi bile bağırarak söyledim. Ağzım dolu olmasaydı o saatte E5’te nedensizce var olan trafiğe küfrediyor olabilirdim. Eve gittim, duşa girdim. Girmeseydim, eve dönene kadar aklımda olan şeyi yapıp, Vec’in getirdiği şarabı kafama dikecektim. Her iki halde de, öylece durup “orospu çocuğu… orospu çocuğu… orospu çocuğu…” diye boşluğa saydıracaktım nasılsa.

31 Aralık’ta şirketin tozlu koridorlarında, hala orada oluşumuzla alay edip gülerek uzaklaşanların gürültüsü hariç koyu bir sessizlik hakimken, yılın son gününde saat üç buçuğa kadar toplantı ayarlayan ve korptrıt hayatın gerektirdiği eğitimler hakkındaki tercihlerimizi eleştiren patronu dinledik. Bu sefer pek konuşmadım, konuşmanın, açıklamanın veya fikrini beyan etmenin sözlükteki tek karşılığının bahane üretmek olduğunun iddia edildiği bir masadaydık.

Dönerken, hiç ilerlemeyen bir trafikte ters şeritten yardırıp beni iki kez sollamaya çalışan, sonra da arabama vuran kamyon şöförüne bağırdım. Bas bas bağırdım hem de, ama o da bana bağırıyordu, “gir arabana çıkmayayım üstüne şimdi” deyince “çık ulan! Gel çık erkeksen” dedim. Dönüp giderken Blendax reklamı gibi kafasını aynaya çarpınca, ona kendim vurmuşçasına rahatlayıp içimden boşluğa “orospu çocuğu… orospu çocuğu… orospu çocuğu…” diye tekrarlamak suretiyle arabaya bindim.

Bugün işe gitmenin tek, pardon iki iyi yanı, evde olmayan önemli gibi bir materyalin şirket tarafından bize hediye edilmiş olması ve bu sene pek gönülsüzce katıldığım departman içi hediye çekilişinin sonuçlarıydı. İnsan keyifsiz bile olsa hediye almak ve vermek süper bir şey yav :) Yeni yılda daha çok hediye almak istiyorum. Aslında, yeni yılda birçok şeyi daha fazla yapmak istiyorum… En'lere ve listelere inanmadığım gibi, new year's resolution'lara da inanmam. Gerçekleştiremediğimi bildiğimden inanmam belki de? Bilmiyorum. Fark etmez. İnanmam, ama yine de birkaç niyetim var bu yıl için.


***

Yılbaşından tiksiniyorum. Gerçekten. Herkesin eğlenmek zorunda hissettiği ve sürekli yeterince eğlenip eğlenmediğini sorguladığı, birilerinin sokaklara dökülüp yılbaşına öpüşerek girdiğinin sürekli kafamıza kakıldığı ve bizim inatla bir evde durduğumuz bir gece yılbaşı. Herkesin, insanların eğlenmesinden kendini sorumlu hisseden doğumgünü çocuğu tavrına büründüğü bir gece. Kafamızda bu kadar soru işaretiyle yeni yıla girişimiz, tüm yılın neden acabalar içinde geçtiğinin de açıklaması oluyor.

Yılbaşı gecesi için bir tercih yaptım bu yıl, bayağı önceden de sözünü verdim. Çoğunlukla bencilce bir tercih değildi. Bir yerde herkesin arkadaşı olmak istedim. “Sen aslında şunun arkadaşıydın”ı duymak istemedim, aslında arkadaşı olduğum insandan daha fazla beni yanında görmek istediğini belli eden tatlı insanlardan. Bunca zaman sonra aslında kimin arkadaşı olduğumu kimse hatırlamıyor olmalıydı. Veya, bunca zaman geçtiği için, aslında kimin arkadaşı olduğumu benim hatırlıyor olmam gerekirdi.

Aslında değil, asıl arkadaşlıklar olsun. Niyetlerimden biri bu. Bir diğeri, kararlarımda daha kararlı durmak.

Bir diğeri de, orada ben olduğum için uyumayı erteleyecek, ya da benimle uyuyup uyanacak biri. Bir ritim. Bir nefes.

Ha, bir de daha çok yazmak. Hala çok güzel anılarım, çok güzel hikayelerim var. Kars’ta bile olsa yeni yılda bana ilham dileyen metus’la barıştım mesela bu yıl. metus’u severim, bana ICAMES 2004’ü hatırlatır; hayatımda mutsuzluk zerresi bulunmadığını apaçık hatırladığım anı ve en çok eğlendiğim zamanlardan birini. Ve Sezai. O, en iyi yazılmışını değil belki ama, en güzel öyküm olmayı hak etti.

Ama bu yıla daha fazla bulaşmak istemiyorum. Kalan ne varsa, hepsine kalbimden temiz bir 2011 sayfası ayırdım. Her yılın ilk okul günü gibi özene bezene yazılsınlar diye.

Piyango Gaziantep’e çıksın efendim; küçük değil, bir yarım bir çeyrek hesaplar peşindeyim.

Keyifli yıllar… ŞEREFE!

korkunun hikaye geçmiş zamanı

Kendi kendime dert edip durmamak için aradım bugün, olumlu veya olumsuz bir ses çıkmayınca sizden... Gözünü seveyim korprıt konuşmanın. Kolay gelsin, dedim kapattım sonra canayakın canayakın.

Ses yok. Gelişme yok, henüz. Not yet, iyi biliriz biz bu "not yet"i, biyoloji okuduk, hiçbir şeyin tam anlamıyla bilinemediği, hiçbir zaman "aha işte bu!" denemeyen bölümde.

Not yet'miş. Salaklık bizde. Görüşmede de söyledim, ülkede yapılamayan tek mesleği edinip, yapılamayan tek işi seçmişim. Bundan ala mersine/tersine bir karar veremem hayatta, her işte bir hayır da yoktur illa ki ama, işin garibi, pişman değilim. Çok iyi oldu çok da güzel iyi oldu be, İTÜ Endüstri'den çıkma bir meendiz olabilirdim, hayatımda Boğaziçi, ENSO tayfası, bölüm tayfası, canımın içleri olmayabilirdi, çok mu çok eksik olabilirdim. Hala ortaokuldaki o kendine güvensiz kız olabilirdim.

Ama olmadı, iyiyim, zor da olsa iyilik çıkarıyorum diplerden. Biraz önce, gözümden yaş geldi harıl harıl çalışırken gülme krizine girdiğimde, sonra da bir miktar ağladım ama gözümden zaten yaş gelmiş olduğu için anlaşılmadı. Öyle gibi görünebilir ama sinir krizinin eşiğinde filan değilim. Sadece sıkıldım, bir şeylerin yeri belli olsun, böyle elimi kolumu nereye koyacağımı nasıl biliyorsam işi gücü insanları da aynı şekilde koyayım istiyorum. Bir de, mümkünse hep beraber değişelim. Değişmemek imkansız, biz birbirimize ayak uyduralım. Olay bu değil mi zaten, insanlar bunu yapamadıkları için bitmiyor mu ilişkileri, her türlü iletişimleri?

farklı da olsalar, hepsi aynı adımı atıyor

İletişememek en büyük korkum, daha büyük de bir korkum şimdilik yok. Kendimi yanlış veya yetersiz anlatmaktan ve hep beni olması gerekenden az anlayacak insanlarla çevrelenmekten, ama en kötüsü, beni hep olması gerekenden az anlayacak birilerini sevip, vazgeçemeyip, kendimi törpülemekten korkuyorum.

Ölmek falan, hikaye.


(28 Aralık 2010, İstanbul)

bellatrix, AmK

İşime yaramayacak zırtapoz yüksek lisans programları için para dökmenin çok anlamsız olduğunu düşünmüşümdür.

Yıllarca bölümün lablarında ter döküp sonra benim yaptığım işe 23 yaşında değil de 27 yaşında başlayanlar var. Aynı maaşı alıyoruz, o her bir PCR ona bir prim, her jel elektroforez fazladan bir araba filan sağlamıyor (bu arada elektroforez ne ya... türkçesi çok acayipmiş.)

Şunu anlarım: "Ben yüksek lisans, doktora filan yapacaktım, gözüm akademideydi" diyen ama bölümden, hocalardan, bu işin imkansızlığından bezmiş kişi, hayatının hangi döneminde olursa olsun zarardan dönmekte serbesttir. Saygı duyarım. Ayrıca çalışırken işine lanet edip, kendine seçmeye çalıştığı yeni yön bir yüksek lisans gerektiren kişiyi de anlarım; örneğin bir genetikçi, MBA yapmadıkça pazarlamaya zor geçer. Geçemez, pazarlamacı ağzıyla "CV'si fazla teknik"tir. Bir küçük mastürbatör ürün müdürü kadar değeri olmaz kimsenin gözünde.

Bu amaçtan gayrısı benim için fasa fiso. İsminin sonuna MSc veya PhD yazmak için yüksek lisans veya doktora yapan kişinin twitter value'su bile benim gözümdeki değerinden yüksek olur. Keza, sadece üniversite bitirmiş olmayı dahi kartvizitine ekleyecek kadar önemli gören adam... Mesela imzalarımı Mol. Bio. bellatrix diye atsam, biri de bana "kardeş, burda üniversite mezunu olmayan adam var mı allasen?" dese, verecek cevap bulamam. O yüzden de bunu yazılmaya değer bir sıfat olarak görmüyorum.

Hem, lisans eğitiminin iplenmeyişi biraz da erkekler yüzünden. Güzel ve ziyadesiyle kalabalık ülkemde her yıl askerden kaçan Kıbrıs adası kadar erkek yüksek lisans yapıyor. Ülke sayenizde kalkındı, refaha erişti beyler. Ülkede okuma oranı zerre yükselmeden, bazı burunlar yerinde büyüdü. Artık hiçbir işi beğenmeyen adam sayımız gün be gün artıyor (oysa biz kendimizi snob bilirdik?).

Benim mahlasım bellatrix AmK, bir derdiniz olduğunda sıfatlarımız olmadan insan insana konuşmak için buralardayım.

Teneke Adam

Uzunca bir süre hediyesini aradım, bulamadım. Sonra yazıya dönüştü birden.
Versatil teneke.


Zırhını kuşanıp geliyor, cephe hazırlıklı, cephane bol, biriktirilmiş aylarca ama o yine de geliyor işte korkusu yokmuşçasına (nasıl yalan...) Hiçbir ok vurmuyor onu, vuruyor da öldürmüyor demek daha doğru. O kendi çapında bir yıkılmayan adam, *zzıp* omzundan vuruldu, sendeliyor hafifçe ama yürüyor, *zzıp* hala devam ediyor, *zzıp* diğer taraftan, soldan bu sefer ama ebedi ıska. Kafaya veya dalağa nişan almak daha öldürücü olurdu, yanlış tercih.

Normal bir insan olsa aldığı darbelerle ölmüştü çoktan ama o, yıkılmayan adam kendi çapında. Kendi çapında bir yıkılmayan zırhlı adam. Şövalye değil, adam ama (kendisi düzeltiyor).

Suratında o kendini bilir ifade, pek keyiflendi ama ı-ıh, seni gördüğü için değil, seni güldürdüğü için. Keyifsiz, neden bilmez, sana ne? Hem senin soruların yanıtsız kalabilir ama onunkiler kalamaz. Senin her şeyin ortada, bok var sanki. Adet olduğu üzere pek bir şey söylemeden ağzından laf almaya çalışıyor ama senin ağzından sadece oklar çıkıyor, cephane bol, biriktirilmiş aylarca (yıl oldu mu? olmak üzeredir) Kendine saplasan acından ölürsün belki ama onun zırhı var.

Şşş, kendisine söyleme, o kendini Oz Büyücüsü sanıyor ama aslında bir teneke adam. Kalbini arıyor. Bulursa, kalp rahatlığıyla ölebilir onu demin vurduğun yerden.


(28 Aralık 2010, İstanbul)
Görsel: The Tin Woodman, William Wallace Denslow (1900)

Ne, kaza mı? Hemen geliyorum.

Bilmiyorum yabancı dizilerde oluyor da benim gözüme sadece yerli dizilerde mi batıyor ama; hani bi telefonda konuşma şekli var ya, örneğin:

_ Ne, kaza mı? Hemen geliyorum.

Nereye geliyorsun amk, sordun mu ki hangi hastane diye? Fitil oluyorum.

Bir de son sözü, saçmasapan bir şey de olsa söyleyip Küçük Sırlar edasında telefonu kapatmak var:

_ Ben halledeceğim. *çat*

Ulan tamam bi baybay, hadi görüşürüz, öptüm, kib, aeo filan diyeydin yabani herif.

Aslında yok yabancı dizilerde bu, Friends'ten örnekleyeceğim çünkü en hesapsızca girilen yolgeçen hanı evler oradaydı, yine de eve giren adam merhaba der, naber der, günaydın der, derdi bir şey işte.

Cool'luk mu yani bunu dememek? Kendi adıma, insani olduğunu öğrenegeldiğim davranışlardan şüphelenmiyorum. Hesapsızlık, teklifsizlik dediğimiz nane bir evden kapıyı çekip çıkmayı gerektirmez, bu olduğunda da ben iiiiiyh! nidasıyla yeri tekmelemezsem ve/veya bunu anlatmazsam, sonradan içime gereksiz bir sinir çörekleneceğini pekala biliyorum, öğrendim bunu zaman içinde. İşte bunları anlatabilecek biri de yok çevremde, o yüzden yazıyorum. Yazdıklarım da sanki ders oluyor, etiket dersi vermeye çalışıyormuşum gibi. Bu ne cüret! Bu ne umur!

Hiç öyle bir derdim yok.

Ben böyleyim abi, benim yetiştirilişim böyle, uzun süre bi kafese filan kapatılmadığım sürece, iyice yabani olmadıkça ben, böyle olmaya devam edeceğim.

Hadi görüşürüz, aa kapat kapıyı hadi sizin asansör yavaş geliyor, bekleme...

(28 Aralık 2010, İstanbul)
***

Bir eve geldiğinde karşılanmamak, giderken uğurlanmamak veya o evde olmadığında aranmamak o eve aidiyeti mi anlatır?

Kişi bu kadar şanslı göründüğü bu duruma üzülse, haklı mıdır?

(30 Ekim 2010, İstanbul)

ak kuğu kara kuğu


gerildim gece gece, pek fena gerildim. yalnız izlemesem iyiymiş.
ama gerçek değil ki bunlar, hep maket (maket mi?) hep hayal bellatrix, gerçek değil, hadi uyu.


black swan'u izleyin. iyi geceler.

Yazdıklarım Senindir

Yaşamak zor, gerçekten zor birlikte.

Yine de,
yazdıklarım senindir çoğu zaman.

Bülent Ortaçgil'in şarkılarım senindir'ini bilen bilir.

Şarkılarım bir şiirdir çoğu zaman, ben bir şairim işte o zaman, der Ortaçgil. Sonra resimleriyle ressam olur mesela. Sonra da, oyunların başrolü.

Oyunların başrolü, şiirin şairi midir? Ressamın resmiyle arasındaki ilişki, oyuncuyla oyun arasında mı var? Oyun oyuncunundur tamam, şiir de şairin. Ama oyuncu, biraz da oyunun kendisiyse (oyunun oluşturduğu kendisiyse sahnede) o zaman şair de aslında şiiridir, diyebilir miyiz?

Yarattığımız her şey, biraz biz değil miyiz?


(27 Aralık 2010, İstanbul)

Your own personal Sliding Doors

Sn. musterimiz, UU812616 nolu gonderiniz KOCATEPE subemize ulasmistir. Kargo mesai saatlerinde adresinize teslim edilecektir. 0272...

UU beybi. Aramayabilirdim ama aradım, dedim böyle böyle, bana bir mesaj geldi fakat ben kargo beklemiyorum. Öncelikle, Kocatepe neresi?

Afyon'muş efendim. "Kocatepe, Afyon, alan kodu 0272. bellatrix hanım değil mi?"

"İsim doğru... Bi dakka, soyad alabilir miyim? Özkan mı? Hahah, hay allah iyiliğinizi versin. İsim doğru, eğer eski sevgilimle evlenmiş olsaydım soyad da doğruydu vallahi. Hahah... Bu kadar olur yani!"

Yanlış olmuş, deyip kapatmak yerine bunu deseydim, çok ilginç olmaz mıydı?


(23 Aralık 2010, İstanbul)

Anne, Baba, Aşk

Aziz Nesin demiş ki, "Seni, annen kadar sevecek ve baban kadar merak edecek hiç kimse yoktur; o yüzden kimse bana aşk'tan bahsetmesin!"

Dudağımın bir kenarı hafifçe kıvrıldı, pkıh! diye bir ses çıkardım istemsizce.

Ben dahil hiçbir şeyi tutkuyla sevmemiş insan için üzülürüm. Çok mu iddialı oldu? Peki, değiştirelim. Adı illa aşk olmak zorunda olmadan; insan dahil hiçbir şeyi karşılıksız sevmeyen, sevemeyen, sevemeyeceğini düşünen insan için üzülürüm.

Benim var. Ben birilerini kendimden, ailemden çok seviyorum, aşk değil, önemli değil, isyan da etmiyorum artık. O vakit belki de usta haklı beyler: Aşk'tan bahsetmeyebilirmişiz.

Hiçbir şeyden de bahsetmeyebiliriz. Boşverebiliriz.
Sakin miyiz? Sakiniz.

İnsanları seviyorum, ama erke dönergecini daha çok


İnsanları seviyorum. Böyle sürekli yüzü gülen insanlar var ya, ölesiye kıskanıyorum onları. Ya da mesela son zamanlardaki kötümser, uyuz yazılarıma şıkır şıkır cevaplar verenler falan... Alınlarından öpesim geliyor.

Nerden buluyorlar bunu, bu sevinci filan? Ben unuttum, hatırlamıyorum, ne demek çok sevinmek, aşık olmak ne, bir şey yapmak istemek ne demek?

Bir çeşit erke dönergeci ya da DeLoreane'a entegre edilmiş bi füzyon zımbırtısı mı var insanlarda, böyle içine çerçöp, muz, bira atınca şaha kalkıyor ruhlar? O vakit gösterin bakayım nerenize entegre ettirdiniz, yoksa nesneden ziyade tümleç mi kritik burada: Nereye?

Koca bir smiley topağı olan insanları seviyorum (umuda gönderme yapa yapa).

Pazartesi sendromunuz hayırlı uğurlu olsun efendim; onu da kanıksamayı başarışınıza şapka çıkarıyorum.


(27 Aralık 2010 Pazartesi, Ortaköy)

yaramaz.

kendine ceza mı veriyorsun?
belki de. belki de kendime ev hapsi veriyorum.

bugün dışarı çıkmadım, vecihe'yi evine bıraktığımız ve dönerken köprüde benim hala umudum var'ı dinleyerek hayatı yavaşlattığımız zaman dilimi haricinde küçük prens'li pijamamı üstümden çıkarmadım bile.

şimdi düşünün, bir şarkı yapıp adını benim hala umudum var koyuyorsunuz ve seven sevmeyen her isme bu dört kelime, bu dizilişleriyle tek bir şey ifade ediyor. sonra bana kimse matematiğin mutlaklığından bahsetmesin; 4 kelimeyi tek bir anlamlı dizilişe sokup birkaç notayla sağlamlamış mazhar aga. yani boşuna öğrendiniz o kombinasyonları.

neyse ne diyorduk? kendim dahil kimseye yaramadan geçirmeye çalıştığım ve aslında sadece kendime üzülme amacı taşıdığım bir haftasonumun da içine edildi. yine kendime ceza veremedim; yine biri bana "benim için çok iyi oldu geldiğim" dedi. benim için de iyi oldu işin kötüsü. halbuki benim bi gözüm çukurda, en dipte bi yerdeydi, oraya basar mıyım artık diyordum... gene asılı kaldım ama.

şimdi fark ediyorum da, bu işin bir kolu aldığım en saçma hediyeydi; gene olmadı. işe yarıyormuş.

bir tane normal adam gösterin ki bana çevremde, ulan bellatrix desin, gerçekten çok saçma bu aldığın, hangi normal insan mum söndürücü kullanır ki?

biri ulan bellatrix desin, gerçekten çok saçma bu yaptığın, hangi normal insan bu kadar umursar ki onu bunu?

hayatımda sayılı adam hariç kimseye, (işe) yaramazlık edemedim. kendim dahil.

yaramaz olmak istiyorum. nasıl ise.


(26-27 Aralık 2010, İstanbul)

high above

Ben de ağladım mutluyken, tabi ki. Ama gözlerim dolu dolu oldu sadece. Sağanak değil de, sis.

Çünkü mutluyken hep yukarılardayızdır. Havalarda, en tepelerde, bulutların üstünde.

Bulutların üstünde yağmur yağmaz.



(30 Nisan 2010, İstanbul semaları)

Görsel: The clown looks up at the sky in rain, Kazurino Nagashima

Alıntılama sorunsalı

Bir kitaptan alıntı yaparken karakterin adını girmek lazım aslında yazar yerine. Sonuçta yazarın içinde bir kişi o. Çok kafalı yılanın kafalarından bir tanesi gibi. Mesela şizofren olduğunu düşündüğümüz, veya bildiğimiz ama yine de elini parmağını sallaya sallaya dışarlarda gezen bi yazardan bahsediyor olsak muhtemelen onun o kitabı ne kafada, o kafalardan hangisinde yazdığını biliyorsak o adı, o mahlası kullanırdık.

Sizi bilmem ama ben dikkat ederdim onu kullanmaya.

17 kas

galiba ben yarın işe gitmeyeceğim. haftasonu zaten ki.

bizim koltukların yastıkları tam sarılmalık. şöyle televizyonun karşısındayken, koltuk da hafif çöktüğü için özellikle, sağa doğru kaykılıyorsun ya istemeden de olsa, işte o zaman sol kolunla koca bir yastık sarabiliyorsun. pek hoş, pek üzgün.

şimdi bu friends'teki tipler mesela neden hiç mesai filan yapmıyorlar, neden haftasonu işe gitmiyorlar, bu kadar çok kahve içecek zamanı (ya da kahve içecek bu kadar çok zamanı) nasıl buluyorlar? çok sinir oluyorum onlara.

ben yarın kahve içip, sonra sıkılıp çay içip, sonra da ne içsem diye düşünmek istiyorum ve hiç konuşmamak, hiçbir gürültüye maruz kalmamak, hiçbir kasımı oynatmamak mümkünse; çünkü sevdiğim tek mekik olgusu, vişneli ve çok lezzetli olandır ve ayrıca 17 tane kasımı oynatmayı göze alacak değilim sırf gülmek için.

sonuçta, bakarsanız, gülecek de bir şey yok; öğlen 12'de kalkıp gece 12'de tekrar yatmak istemem dışında.

sadece uyumak istiyorum. ve galiba ben yarın işe gidemeyeceğim.

Peki bu çocuk olmuş mu?

Çocuklar etkilenirse diye, aileleri onları henüz izlememeleri veya duymamaları gerektiğini düşündükleri şeylerden uzak tutamıyor diye uygulanan sansüre karşıyımdır. Çocukların şiddet eğilimlerinin, onlara Power Rangers izletmeyerek yok olacağına da inanmam.

Aslında inanmam.

Ama bir grup çocuk, Kurtlar Vadisi jenerik müziği mırıldanarak yaşıtları bir çocuğu ölesiye dövüp, cesedini çöpe attıklarında, medyanın insanlar üstündeki, özellikle de çocuklar ve düşünme kabiliyetini giderek kaybeden halk üstündeki etkisini acaba azımsıyor muyum, diye düşündüm.

Sansüre karşıyım, evet. Peki bu çocuk olmamışsa, ne yapmalı?

Ben düşünedururken siz habere tıklayın iyisi mi.

banyodaki çöp kutusu

düşmüyorum, atlamıyorum. öylece duruyorum, daha sıkı tutunma gibi bi derdim de yok. öyle, durmaca.

alışamadım. neden alışamadım, neden hiçbir şeyi oluruna bırakamadım, "su yolunu bulur" dediler de neden inanamadım, neden bir gün bir şeylerin iyi olacağı düşüncesi, bir gün bir şeylerin "daha" iyi olacağı düşüncesi bana yetmedi? herkes çok mu mutlu sanki, herkes çok mu az çalışıyor veya çok mu yerinde paralar kazanıyor sanki?

sürekli huzursuz, daimi kinayeci, ertesi gün erken kalkması gereken zamanlarda gece üçe kadar yatamayan; cuma geceleri 1'de sızıp cumartesi 12'de uyanan ve aslında hiç kalkmak istemeyen, aslında hiç uyumak da istemeyen, güzel günlerle ilgili hiç yazmak istemeyen ve bu yüzden hikayelerini öteleyen ve öteledikçe de sanki iş biriktiriyormuş gibi rahatsız olan... lan... an... en... ben.

kimseyi görmek, kimseyle konuşmak istemiyorum, kimse bana kişi olarak çok iyi gelmiyor, işte bu dedirtmiyor, o yüzden telefonumu mütemadiyen gelen mesajları (vero moda, boyner, lacoste, avea) silmek için kullanıyorum, şarjım uzun süre gidiyor.

işin garibi, ağlamıyorum da.

ahhh, çok zor. ah, hayat zor diyemeyeceğim çünkü ah, haksızlık. bak, kars'ta, sınırda askerlik yapan adam var ve beni arayıp diyor ki "annemlerin yemin törenine gelmesini istemiyorum, çünkü havalimanından buraya gelen yol çok kötü. ama bir yandan da gelsinler istiyorum tabi çünkü o zaman evci çıkıp gece otelde kalabilirim" sadece 1 gece otelde kalmak için. ve sesi benden iyi geliyor telefonda. bense her gece evimde kalıyorum, bir ince kağıt harcıyorum, yine olmuyor. şımarıklık, değil mi?

bugün evdeyim. bugün kendimi güzel bir kahvaltı yapmaya, evi derleyip toparlamak gibi bir işe yaramaya, belki bir film izlemeye ve iyi bir şeyler hatırlamaya adıyorum.

sonuçta, banyodaki çöp kutusunu boşaltabilen biri için hayat ve insanlar bu kadar zor ve kabul edilemez olmamalı.

Or, if Bart had a friend working at Google...


I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions. I will use Moris before asking dumb questions.

The Güreli

Hazırlıkta bir arkadaşım vardı, sonradan öyle sık görüşmemeye başladık, belli bir sebep olduğundan değil de klasik kopmalar işte. Ben ENSO'cuydum, o TKP bildirisi dağıtıyordu kuzeyde, bunun da etkisi olmuştur mutlaka. Yine de hiçbir zaman "konuşamamazlık" etmedik ve ne zaman bir araya geldiysek, güldük eğlendik.

Dün işten illallah dediğim bir vakit yahoogroups'u açtım. Biz hazırlıktayken hocamız bir grup kurmuştu; maksat bizi İngilizce iletiştirmekti belli ki, kendisi de bize Economist'ten makaleler filan gönderirdi (hepsini okudum hıhıı tabh). İşte o grubu çok seviyordum çünkü biz her şeyle dalga geçer "allahım kar tatili oldu ne kadar ayıp!" gibi vaveylalarla ortalığı çınlatırdık. Hele de bizim arkadaş, rakkosbey mahlasıyla acayip, götü başı ayrı oynayan mailler atarak bizi kırıp geçirir, hocayı da fıtık ederdi.

İşte dün beni kendime getiren komikli şakalı bir mail, noktasına virgülüne dokunmadan yayınlıyorsam bir sebebi var; eli verince kolu kaptıracağımdan korkuyorum :)

simdi argadaşlar kendninizin nası bi insan olduunu hala çözemedinizmi o kadar mı nasibinizi almadınız özeleştiridien alın buyrun şu kişiliksizlik testini yapın gıcık etmeyin insanı

1-yolda karşıdan karşıya geçmekte zorlanan bi teyzemizi
gördünüz naparsınız?
a-bütün trafiği durdurur onun geçmesini sağlarım trafik polisiyim ben

b-teyze çekil kenara işimm gücüm var derim
c-kucaklar lmadı sırtlar evine teslim ederim

d-esnaf lokantasından cantık bi ayran söylerim acı da isterim


2-erkek arkadaşınız gittiğiniz partide sizin amcaoğluyla muhabbete giriyor ve sizi unutuyor nabarsınız ha nabarsınız-hey görl falan-
a-aalnını karışlarım

b-bu ilişkiye son verelim necati derim olmadı gözden geçirelim osman

c-bu şehirde durmam giderim

d- cantık kesmesse bi de lahmacun sölerim


3-ıssız bi adaya düştünüz yanınıza da 3 deil hicbisey alamadınız buda
yetmezmis gibi yerliler hiç alakanız olmayan biriyle imam nikahı kıydılar size garip yani çok acaip olur du dimi?
a-walla çok acaip olurdu

b-bencede çok acaip bişi

c-hergün rastladığımız olaylardan biri

d-hesabı istemeden bi çaylarını da içerim hani


ewwaarrtt umjarım testimizi ciddiye alarak ve de kopya gibi basit
işlere kalkışmayarak yapmışsınızdır merak ediosunuz dimi sonucu sizi gidi siziii ewwelaa aa lar çoğunluktaysa azınlıkta olan b leri çok fena eziceklerinden ki kendileri alfabenin ilk herfi olmaları nedeniyle çok burnu havada arkadaşlarımızdır a ların çoğunlukta olmasını kabullenmiyoruz.b ler çoğunluktaysa muhtemelen mor saçlı sarı ojeli kaytan bıyklı hem gözlüklü em kırmızı lensli bi arkadaşımızsınız bunun yanında çok ta içine kapanık ve bi o kadar da çapkınsınız c ler çoğnluktaysa bir an önce kendinize çeki düzen verin gelmiyim oraya su üstüne başına bak öğrencimisin serserimisin belli deil .d ler çoüunluktaysa evvela biraz obur sunuz ve muhtemelen rejime ihtiyacınzı var ama tuttuğunu koparan bi hayvansever oluşunzu da yadsınamz bi gerçek .boşler çoğunluktaysa gayet normal bi insansınız kişiliksizsiniz belki de belkide deilsiniz ben de tam bilmiom arkadaş ilgilenio onlarlan...

ama sevdin, gene öldün

Diyecek bir şeyim yok ki. Kafamda yastıklı şarkı, kafamı yastığa koyamıyorum. Koyu bir sarkazm denizinde yüzüyorum, dibi yok. Görünmüyor değil, yok. Konuşmak, yüzmek, çabalamak faydasız, ben halsizim, Dalgaya vurdum o yüzden, napayım.

distant dreamer



You wish to see the distant realms? Very well. But know this first, the places you will visit, the places you will see, do not exist. For there are only two worlds - your world, which is the real world, and other worlds, the fantasy. Worlds like this one, worlds of the human imagination. Their reality, or lack of reality is not important. What is important is that they are there. These worlds provide an alternative. Provide an escape. Provide a threat. Provide a dream, and power, provide refuge and pain. They give your world meaning. They do not exist; and thus they are all that matters. Do you understand?


(Neil Gaiman, The Books of Magic)
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!