... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

kara delik gibi

Yazıların eskiyemediği bir yerden bildiriyorum.

the party that never happened

Yalnızlığımın onuncu yılını eğlence malzemesi haline getirmek için bir parti yapsak diye düşünmüştüm. O zamanlar psikiyatra gidiyordum, bu planımdan bahsettiğimde "size o partiyi yaptırmayalım o zaman" deyip gülümsemişti. Ben de gülümsemiştim çünkü hiç ihtimal vermemiştim.

Bu gülümsemeler sanırım Kasım ayı filan gibiydi. Sene 2018.

Bu sabah kalktım, whatsappa baktım, biraz üzüldüm ve bunu hatırladım. Kalbim kırılmadı çünkü kırılacak kadar hak iddia edemiyor.

Keşke yapsaydık o partiyi 2019 Şubat'ında. Hiçbir şey değişmezdi ama biz pandemi öncesi bir kez daha eğlenmiş olurduk. Başka neyimiz var ki hayatta?

Hatırlamadığımız parantezinde kitaplar ve çocukluk


Bizleri biçimlendiren çocukluğumuzsa, çocukluğumuza dair çoğu şeyi net olarak hatırlayamıyor olsak dahi bu, o şeylerin yaşanmış olduğu gerçeğini değiştirmez.

"Okuduğumuz kitapları unutuyorsak, onları neden okuyoruz?" İlk bakışta çok makul ve düşündürücü gelen bu sorunun hak ettiği basit cevap, çocukluğumuzun hayatımızdaki yeri ile eşdeğer bence. O kitapları okurken bir şeyler değişti, darbe aldı, yıkıldı, inşa edildi, sağlamlaştı, tekrar yıkıldı... Ve biz büyüdük. Okuduğumuz kitapta anlatılan hikayenin temasını, nerede geçtiğini, karakterlerin soy isimlerini hatırlamayabiliriz. Hatta kitabı okuduğumuzu bile unutabiliriz. Başımızdan geçenleri unutabileceğimiz gibi. Kitap, başımızdan geçip gitmiş ve unutulmuştur.

Başımızdan geçerken içimizden de geçmiştir ama.

"Gelecek hala olduğu gibi durmaktadır, el değmemiştir, geçmişin el değmemişliğini geri getirmek ise olanaksızdır. Eskiden sandığı gibi bir kişi değil artık. Her hareketi, her kararı onu bu noktaya getirmiş. Bu an, aynı en son basamağın uyurgezeri beklediği gibi, bekliyormuş onu nicedir."

(31 Mayıs 2020, İstanbul)

Kitap: Jeanette Winterson - Vişnenin Cinsiyeti (çev. Pınar Kür, Sel Yayıncılık, 2014)


Sosyal Medya ve Sanal İletişim Ağlarındaki Arkadaş Listeleri ile Kişilerin Özgüven ve Egoları Arasındaki İlişkinin Araştırılması

Abstract (özet): Kişilerin sosyal medyada kendilerini konumlandırdıkları yer ve maruz kaldıkları kişisel paylaşımlar, nitelikten ve içerikten ziyade sadece varlıkları ile kişilerin kendini özel hissetmesini sağlayabilir.

///

Bugün aldığım en güzel iltifatlardan birini aldığımı sandım ama, onun aslında bana değil, kişinin kendisine ve sosyal çevresine dair bir taksonomik tespit olduğunu anlamam uzun sürmedi.

Kullandığım sosyal medya araçlarından birinde, yakın ya da daha doğrusu, paylaştıklarımızdanincinmeyecekyadaonlarıyargılamayacak arkadaş grubuma dahil olan biri, bu paylaşımlara dahil olduğu için kendini çok özel hissettiğini söyledi. Bu bana şimdiye kadar söylediği en güzel şey olabilirdi. "Bu bana şimdiye kadar söylediğin en güzel şey olabilir" dedim. Genelde o paylaşımlarda kendi yazdıklarımı (bu blogun içeriğinden ve eski tarihli de olsalar) ortaya döktüğüm için, yazılarımı okuduğunu düşündüm. Yazılarımı okuduğunu düşünmek beni sevindirdi, hem yazım okunduğu için, hem de o okuduğu için. Okuduysa eğer, yorumlarını duymak istediğimi söyledim.

Yazılarımı okumadığını söyledi.

Demek ki, dedim, paylaşılan şey değil, onu seninle paylaşıyor olmak senin için özel olan şey. Bir şeyin ona söylenmesi ama söylenen şeyin öyle çok da önemli olmaması. Yeter ki söylenmiş olsun, yeter ki her şey, onun olmadığı yerlerde var olmasın.

Cevap vermedi. Cevap beklemiyordum da, şimdi düşününce.

Bu takipçi grubunda olduğu için memnuniyetini dile getiren üç beş kişi daha olmuştu; dolayısıyla bu durumun insanlarda belli bir sevinç yaratabildiğini biliyorum. Sevdiğim, saydığım, bir şekilde takdir ettiğim biri beni kendi sosyal çevresine dahil ettiğinde ben de sevinirim elbet. Bunu dile getirirdim ya da getirmezdim (dile getirmek daha ezik sayılan ama aslında daha güzel olan yol). Lakin muhtemelen benim o insanı sevmem, saymam, bir şekilde takdir etmem için kafasına, içine girmiş olmam gerekirdi.

Biri benimle bir şey paylaştı diye sevineceksem, en çok paylaştığı şeye karşı bir merak duyuyor olmam gerekmez mi?

///

Beni buz gibi soğutan şeylerden biri lafımın dinlenmemesi. Konuşurum ve boşluğa gider ya, yanımdaki insan dalmıştır, başka bir şey düşünüyordur ve benim konuşup konuşmamamın aslında bir önemi yoktur ya... Bu deli eder beni. Kendini ve karşısındakini biraz olsun önemseyen birinin asla yapmayacağı hareketlerden biri. Önemsemediğini göstermek için değil, içinden gelmediği için ya da o an(larda) aklında başka şeyler olduğu için beni dinlemiyor biliyorum, bilerek yapılmış bir şey değil bu. Ama o kişinin gözündeki yerimle ilgili bir fikir veriyor. Verdi. Geçen haftalarda oldu bu. Yol boyu susup, hiç ağzımı açmayasım geldi. Bir dahaki sefere böyle yapacak ya da kalkıp gideceğim, eğer kalkıp gidebileceğim bir yerdeysem.

Yazımın bu şekilde gözüme sokularak okunmaması da, normal şartlar altında okunmamasından daha üzücü geldi aslında. Yazılarımın okunmadığını ama paylaştığım için mutlu olunduğunu duymak ister miydim? Bunu duymam gerekli miydi? Bunu duymam önemli miydi?

Yoo.

///

Tebrikler arkadaşım. Okumayacağın bir yazının başrolündesin, bunu (hemen değilse de bir ara) paylaşacağım insanlar arasında olduğun için sevinebilir ve kendine bahşettiğin özel'liğin tadını çıkarabilirsin o/

(24-25 Mayıs 2020, İstanbul)

İdealistim herhalde.


Covid-19 salgınının patlak verdiği ama bizim henüz olayın ciddiyetini idrak edemediğimiz için dışarı çıkmakta beis görmediğimiz o son "dışarı gecesi"nin (13 Mart 2020) sonunda Erinç'e gittiğimizde (artık 14 Mart 2020 oldu) konuşmuştuk bunu. Instagram'da aniden görünce aklıma geldi. Hayır telefon bizi dinlemiyor, evet algıda seçicilik.

İnsanlar hiç düşünmüyor. Kendileri, duyguları, başkalarının duyguları, "neden böyle olduğu", "nasıl daha iyi olacağı" gibi şeylerle ilgili o kadar düşünmüyorlar ki, çağımızın bu denli mindfulness, meditasyon, ilham verici hesaplara ve nasihat dolu listelere olan merakı bu yüzden.

Kendini dinlemeye, kendiyle zaman geçirmeye, kendini eğlemeye hiç de alışkın olmayan insan nüfusunu uzun zamandır evde tutmaya çalışıyor devletler, güzellikle ya da zorla, öyle ya da böyle. Şöyle şeyler gördüm, gerçekten gördüm bunları:

"Evde hapisken yapabileceğiniz 10 şey"
ve listede kitap okumak vardı!

Şaşırdığım, insanımız bu kadar mı kitap okumuyor kısmı değil. Daha ziyade, bu kadar bariz bir maddenin o listede olmasına ihtiyaç duyacak kadar kendi kendiyle kalmamış belki on binlerce insan olması. Kitap okumanın aklınıza gelmediği zamanlarda alternatifiniz neydi? Hep dışarıda mıydınız, hep başkalarıyla mı doluydu kafanız, hiç yalnız kalıp zamanı doldurmak ya da öldürmek zorunda kalmamayı nasıl başardınız? Bunları sormak isterdim bu listeyi beğenen ve RT'leyenler içinden neyi beğendiklerini bilenlere.

İdealist miyim? Bilmem.
(Bu idealizm mi, diye sormak gerekmez mi?)

Oscarlık performans paradoksu

Hayatım, yanımda anlatılan date'lere ve akabinde gelen gülüşmelere karşı dümdüz bir surat ifadesi takınıp, içimin cız ettiğini belli etmemeye çalışarak geçti.

Yarın bi gün Oscar'lara aday olur da kazanamazsam, alkışlarken zerafet dolu bir kabullenmişlik ifadesinin kralını taşıyacağıma eminim.


Kariyer.

01.05.2020

Benim için en çok bu önemliydi hayatta, o yüzden gözüm doluyor böyle mesajlar aldığımda ya da birileri bana "en çok senin gidişine üzülüyorum" dediğinde.

(gidenlerden bir tek seni bana ekledim)

Kariyer mariyer, maaş, prim falan. 
En zengininiz benim.

Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!