Doğrusu, sonu eeeyh dedirttiği için düşük not verilen filmlere yapılan haksızlığı biraz telafi etmiş bir oyundu izlediğimiz. Konuyu anlatmıyorum, yine de çok sürpriz olsun istiyorsanız okumayın, önemli değil yeaa diyorsanız okuyun, ama her halükarda şu oyuna gidin be...
Sahnede kopan tufan, yağan kar, yağmur, esen rüzgar, artık boş olan salıncak... Siz bir film çekimini gözlerinizle gördünüz mü? Görme olasılığınız var mı? Yoksa, tiyatroya gidin.
Çünkü Tek Kişilik Şehir'de bir film çekiliyor ve tek sıkıntı, yanınızda tamamen yabancı veya çok yakın insanlar yoksa, ağlamamanız gerekebilmesi.
Savaş yok.
Barış yok.
Tarih yok.
Nuh yok.
Tufan yok.
Mutluluk yok.
Mutsuzluk yok.
Hatırlamak yok.
Unutmak yok.
Yok.
Yok.
Var,
Yok.
Ve ben aslında hiç inanmam mutlu olup bunun farkında olmadığımıza, dünyada üzgün olmaya değer ne? olduğuna, her şeyin bizim için olabildiğine, çiçeklerin bir gün de olsa sadece bizim için açtığına, mis gibi koktuğuna... filan. İnanmam ki. Ama yine de eve, elimde metrodaki makinelerden aldığım bir kutu hindistancevizli Choxx ve kulağımda Bukowski ile döndüm.
Sonuçta God who'd wanna be such an asshole? gerçekten, zıplaya zıplaya yokuştan aşağı hem de.
(21 Aralık 2010 -en uzun gece- İstanbul)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder