Dün gece Akmerkez'in önünden bağıra çağıra bir konvoy geçti. "En büyük asker bizim asker! En büyük asker bizim asker!" Ben de katılsam mı dedim metus'a, ne de olsa ben de asker uğurluyordum. Çok da sever ya, veya çok da severiz ya öyle fanatiklikleri, tabh canıııım...
Neyse, o arabalardan karides kokteyli gibi sarkan tipler ve vaveylaları giderek uzaklaşırken biz de karşıya geçtik, ve iki dakika içinde onları unuttuk.
Dün akşam bir yerde, bir asker uğurlamasında, bir babanın kullandığı bir arabanın camından sarkan genç bir kız düşmüş, içinden düştüğü arabanın altında kalıp ölmüş. Baba, hem kızını kaybetmiş, hem de gözaltına alınmış.
Neden?
Keşke tüm araba gözaltına alınsaymış. Tüm o arabalar, tüm camlardan sarkanlar, kendileri askere gitmeyecekleri için heveslerini kendi tabancalarıyla alanlar, falan, filan, hepsi.
Tabi kıza kızmayacak değilim. Nasıl 6 yaşında bir çocuğun küçük kardeşini çamaşır makinesine atmamasını bekliyorsam, 15 yaşında bir kızın da arabadan sarkarsa düşüp öleceğini hesap etmesini bekliyorum. Bekliyorum, çünkü 15 yaşında evin penceresinden bakıp aydığım anı dün gibi hatırlıyordum ve ben böyle salak değildim. Babam da değildi allaha şükür. O yüzden olacak, elimizi kolumuzu sallaya sallaya geziyoruz, o dışarıda, ben hayatta.
Daha ne bayram dönüşü kazaları, ne asker uğurlamaları, düğünler, şampiyonluklar olacak; ne bayramcılar, arkadaşlar, akrabalar, taraftarlar ölecek, kim bilir.
Bizde malzeme bitmez.
(03 Aralık 2010, İstanbul)
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder