... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

İngiltere Gün1: "Charlie bit meey... Ouch, Charlieey!"

İngiltere'ye geldik. "İngiltere'ye gidiyoruz" dediğimiz herkesin, buraları avucunun içi gibi bilirmişçesine "nereyeee?" diye sorduğu, yanıtlandığımızda da "Londra'ya yakın mı?" dediği Sutton'dayız. Bir süre buralardayız, cuma Londra'ya taşındığımızda bu bahsettiğim kişileri bekliyoruz. Gönül rahatlığıyla gezdirsinler bizi.

En baştan başlayalım. Türkiye'de dış hatların her daim uzun olan kuyruğuna girerken "hiçbir yerde böyle kontrol yok şekerim" klişesiyle girdiğiniz havalimanının İngiltere ucundan çıktığınızda, eğer ki AB vatandaşı veya bizınısklas değilseniz, delice bir kuyrukta bekliyorsunuz. Kontroller kısa süre önce artmış, duvarlarda yazıyor "Tougher controls take more time." Bu bilgiyi nereye sokacağım diye düşünürken henüz İngiltere'nin -bizim askeriye misali- insanı gerizekalı yerine koyup her-bir-şeyi-her-yere yazdığını bilmiyordum. Bu arada, İngiltere'ye girmek için bu rezil sırayı beklediğimde, vize işlerine "paranla rezil olmak" demekten vazgeçtim. Asıl rezillik bu. Artı, her iki havalimanındaki leşliği gördüğümde vizeden filan korkmaktan hepten vazgeçtim. Bir sürü Recep İvedik, bir sürü Kolpaçino veya Türk Malı filan alıyorsa vize, benim korkacak hiiiiçbir şeyim yok. İsterlerse vermesinler (vermesinler! bana vize vermesinler!)

Ne diyorduk, Mind the Gap arkadaşım; Mind-The-Gap! Rahmetli nenem olsa, bu uyarıyı duyduğunda gözleri dolardı; yıllarca beni o trenle istasyon arasındaki boşluğa (ki bacağım girmez) düşürmemek için hep bir delikanlıdan yardım ister, hooop atlatırdı karşı tarafa.

Stating the obvious, yahut "görünenin ifşası". Adamların konuşası mı var ne, asansöre biniyorsun, "Elevator going up. Doors closing." Sağol bebeyim ya. ELE101: Elevator for Idiots. Veren: Staff. Yer: TBA. Yerde, sokağın üstünde yazıyor "look right"; tali yol işaretini anlamayanlara açıklama var üstünde "give way" (o zaman ters üçgen niye?); başka bir yerde "turn left" eh be abi, düz gidersem yol yok ki, ne yapıyorsun? Bu arada, burada ikamet eden arkadaşımız Vecmi'nin bize ayarladığı taksimsi ile otelimize getirileceğimizde, öne oturacak kişi olarak arabanın sağ ön kapısını açıp az kaldı direksiyona giriverdiğimi söylemem lazım. Şöför de güldü tabi bu halime, dedim napayım yavrucum, terslik sizde.

Yani işin komiği adamlar direksiyon yerinde, gidiş-gelişlerde, milde, poundda, prizlerde ayaklarını yere vura vura diretirken aslında Mersin'e değil de tersine gittiklerinin oldukça farkındalar. Kendi takip ettikleri yolun doğru olduğunu düşünseler, etrafı uyarılarla donatmazlardı sanıyorum.

Başka başka... Taharet musluğu sıkıntımız yine ortaya çıktı, üstelik burada duş başlığı da mantıklı bir yerde değil ki çekiştiresin. Ayrıca, taharet musluğu olmayan yere insan en azından 6 katlı bi Papia filan alır koyar yahu, tek katlı tuvalet kağıdını kınnn kınn kınadım.

Yettiyse, değiştiriyorum konuyu :)

Burada herkes birbirine benziyor. Kahve içerken önümüzden Weasley ikizleri geçti. "Ulan noluyoruz" dedim, gerçi Hogwarts tatildedir, bunlar atlamış King's Cross'un bilmemkaçbuçukuncu peronundan Oxford Street'e gelmişlerdir dedim ama sonra bi Robbie Williams gördüm sanki, evet evet gerçekten de bi Robbie Williams gördüm lan! Böylece emin oldum, Uzakdoğulular haklıymış.

Ha bi de Robbie'nin 20 yılını merak ediyorsanız, buyrun:

Seni biliyorsak neden 10 pound bayılalım Robbie...

Alışamadım bi türlü bu kente, bunu söylemek için erken ama... Viyana snobdu, Alman disiplini ile Alman olmama ezikliği arasında gidip geliyordu. Amsterdam öğrenci kafasındaydı, eğlenceliydi, kimsenin hayatı ciddiye alacağını düşünmezdiniz ve hava yağmurlu bile olsa her şey güzeldi. Burada hem hava yağmurlu, hem de hayat gri. Hem, İngilizler kibardır diyenleri haksız çıkarırcasına kıro dolu burası; ya onlar haksızdı ya da İngiltere inanılmaz göç aldı. Türk asıllı başkan Boris geldiğinden beri böyle oldu, hem önce metrolar bozuldu diyor Vec, bu iddiayı buraya taşımayı borç biliyorum :) Anlayacağınız, burada da yaşayamadık, sıradaki!
*
Dil de ayrı bir mevzu. Herkesin dışarıda İngilizce konuştuğu yer benim için herkesin turist olduğu yermiş, onu anladım. Tabi konuşulana İngilizce denirse... Helloouuv diye selamlaşıyor insanlar bi kere; a harfi çıkmış burda sözlükten, tüm o'lar olduğu gibi okunuyor, ağızlar hep otlakta otlayan koyun. Tevazu göstermeden söylüyorum ki benim kral gibi İngilizcem yetmiyor bazen ne konuşulduğunu anlamaya. İnsana koyuyor yahu, bilmediğimiz dilde meram anlatmaya çalışmak neyse de, bildiğimiz dilde? Hesapta rahat etmemiz gerekmesine rağmen, neredeyse soracağım yolda insanlara anlaşılabilir bir şiveyle konuşup konuşmadıklarını.
*
Eh artık, ikinci gün devam edelim, dimi ama? Hem gene kısa kısa yazacaktık güya, beceremedik. Daha gezdiğimi gördüğümü anlatamamışım, hale bak...
*
En kötü özelliğim detaycılığımdır efendim, umarım beyninizi yakmadım, aman diyeyim;

(27 Eylül 2010, Sutton ~ Londra)

1 yazmadan duramayan var!:

bellatrix'ciğim süpersin, detaycılık en çok da ihtiyacımız olan şeydi, bu yazı dizisi daha çook devam etsin! ayrıca en çok şoförün üstüne oturmaya çalışmana güldüm!

 
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!