Bilmem farkında mısınız, birkaç gün önce twitter gibi birçok sosyal ağa "bu Ayşe Arman neden böyle sırıtıyor?" tarzı birtakım vaveylalar düşmüştü. İlgili habere şöyle bir bakıp geçtim, zira gülecek hiçbir şeyi olmayan insanların yanında köşe yazarı vesikalık pozu verir gibi sırıtmak, naçizane beynimde kendine yer bulabilecek bir davranış biçimi değildi. Zaten okumak da adetim değildir yazarımızı (kitabını okudum vaktiyle, anladım, yetti).
Bugün korprıtçılardan bir e-mail geldi tüm şirkete. Para verip yaptırılan cinsten bir gazete haberi, para verip sırıttırılan cinsten bir Ayşe Arman'ın kaleminden. Haberin başlığı "Yok böyle bir sefalet" ve okuduğunuzda görüyorsunuz ki başlık çok isabetli, yok öyle bir sefalet. Halk AIDS başta olmak üzere onlarca hastalıkla boğuşuyor, yaşam beklentisi 53 yıl, kişibaşı gelir 110 dolar.
Ve orada aşağıdaki fotoğraf çekiliyor:
Aşağıdaki konuyla ilgili olarak bizi bilgilendirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Açıkçası, bu haberin gazetede yer aldığını gördüğümde şirketle ilgisini fark etmemiş ve okumadan geçmiştim. Ayşe Arman’ı sevmememin bunda payı büyük; bu haberden sonra neden sevmediğimi tekrar hatırlamış oldum. Lafı çok uzatmadan, beni rahatsız eden noktayı açıkyüreklilikle paylaşmak isterim.
O haberdeki fotoğraflara, o çocukların gözlerine dikkat edildi mi, bilmiyorum. Üstüne “Yok böyle bir sefalet” başlığı atılacak hayatları anlatırken böyle neşeli, deli dolu fotoğraflar çektirmek bana en basit tabirle anlaşılamaz geliyor. Kendimi bununla dolaylı olarak da olsa ilişkilendirdim ve rahatsız oldum.
Bu haberle ilgili olarak gerek yakın çevremde gerekse de üye olduğum sosyal ağlarda benzer tepkiler ve yorumlara şahit olduğumu da ayrıca belirtmek isterim. Sosyal ağlarda var olmakla övünen bir şirket olarak eminim bunlardan da haberdar olmuşuzdur.
Bunların sadece bu haberle ilgili olarak, sadece benim fikirlerimi içerdiğinin altını çizmek isterim.
Teşekkürler, iyi çalışmalar.
Hala sinirden titriyorum ama artık daha az.
Yukarıdaki fotoğrafı ve türevlerini çeken Cem Talu'ya ben de teşekkür ediyorum, benim de kelimelerimin yetmediği yerlerde onun fotoğrafları imdadıma yetişiyor.
(26 Ekim 2010, İstanbul)
3 yazmadan duramayan var!:
şuşu öncelikle mesai saatleri içerisinde bloguna yazı yazdığın için maaşının bir kısmını keseceğiz bu ay, sonrası ise gerçekten attın mı lan bu maili hehehe biz kurumsal hayatın sahteliği ve şaklabanlığında barınamayız. misal geçenlerde patron ilaç firmaları iyi ki var minvalinde bir konuşma yapıyordu gözümün içine baka baka, ben de herkesin ortasında dedim ki; "abi vallahi bana anlatma ya, ben ilaç firmasında çalıştığım için vicdan azabı çekiyorum, umarım bir gün bunu dindirebilirim". masa komple mavi ekran verdi, neyse... :)
o benim aklımı koruma şeklim onurlu. sen benim tarafımda mısın maaşımın tarafında mı? :)
ağzına sağlık. evet, tabi ki maili gönderdim. kurumsal hayatın şaklabanlığında böylece de barınırım işte. krallar giderse taht soytarılara kalır be ;)
midem bulandı fotoğrafı görünce.
Yorum Gönder