... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

İngiltere Gün6: Portobello Cadıları

Samanta West "Witch of Portobello", 2009.


Konuyla alakayı aramayın boşuna, çağrışımlar silsilesi işte: İngiltere / Portobello --> Paulo Coelho - Portobello Cadısı --> Pek sevilesi kapak resmi


Notting Hill civarındaki Portobello'da geçti 6. günümüzün neredeyse tümü. Elimde ters dönüp duran şemsiyeme sinirlenip yoldan alıverdiğim "I ♥ Rain" şemsiyemle (desem de inanmayın), yağmur beni hasta etmiş ve palyaçoya dönen burnumu fırk fırk çekerken saat 5 olup da tezgahlar kalkana, dükkanlar kapanana kadar durmadan dolaştık.

Pazar kafasını severim, bitpazarı kafasını daha fazla. Her tarafta başka bir antika, başka bir güzellik vardı, ama benim oradan istediğim tüm ucuzcacık şeyleri alabilmem için çok param olması lazımdı. Yine de önceki beş gün boyunca hep aklımın bir köşesinde olan hediye alma ihtiyacını hemencecik karşılamak çok hoşuma gitti.

"Bu sefer hediye almayacağım" diye kendime telkinde bulunsam da aksatmadığım adamlar var, içimden geliyor onlara hediye almak. Yine de sondan bir önceki günde hala dişe dokunur bir şey bulamadığımdan eh, napayım deyip boynumu bükecektim... ki, birden bir şey görüp bir dükkana daldım, aldım ve çıktım.

Hediye almayı vermekten çok severim. Birkaç kişiye verdiğim hediyeler hariç.

Portobello'da, vitrininde "5-10 pound" yazan bir ayakkabı dükkanına dalıverdik kızlar güruhu olarak. İçeride Sevdanın Son Vuruşu çalıyordu; günlerdir hiç televizyon izlememiş ve Türkçe müzik dinlememiş biri olarak öyle bir sevindim ki... Aynı şehirde yaşayıp selamlaşmadığı adamı yurtdışında görüp sarılmak gibi bir şeydi, bi farkla tabi, ben o şarkıyı burada da seviyorum.

Yukarı çıktık hala şarkıyı mırıldanır durumda; ama bu mutluluk uzun sürmedi tabi. Tarkan bitti, Serdar Ortaç başladı, ben hayalkırıklığımı yüksek sesle dile getirince satıcı "ne o, Serdar sevmiyo muyuz?" dedi. Bizden başka Türkçe konuşan birini daha duyduğum için ona da sarılabilirdim o an. Neyse öyle makara tukara derken, bir de baktık o 5 poundluk ayakkabılardan birkaç tane alıvermişiz. Naparsınız işte :)

Gerisi ıvır zıvır. All Saints diye bir dükkanın vitrin ve duvarlarının baştan ayağa eski model dikiş makinesi kaplı oluşu... Portobello'daki pastamsı rengarenk evler... Kahve içtiğimiz yerde Vec'e, sırf siparişini hatırlattı diye "you are too demanding" diyen suratsız garson ve gelen hesabı 1 penny dahi bahşiş bırakmadan ödeyişimiz... Onca günün sonunda ilk kez otobüse binişimiz ve tabi ki yukarı, tabi ki en öne oturuşumuz... Yorgunluk, yorgunluk ve akşam, Vec'in yıllardır gitmediği, çok iyi kokteyller yapan bir mekana giriş.




Sıcak şaraba yumulurken eh, artık liseden arkadaşlarımı görme zamanım gelmişti, aradım Cemlas'ımı, adresi verdim, dedim gel. Geldi, aman ne özlemişim! Mekan kalabalıklaştıkça ve Paşabahçe bardak kolileri ardı ardına açıldıkça, bizim muhabbet isteğimiz oraya sığamadı ve çıkıp, yan sokaktaki sessiz bir pub'a girdik. Neredeyse hepimiz hasta olduğumuzdan, bizimkiler kalktı otel odasına çekilip dinlenmeye; ben de son metroyla dönerim nasılsa deyip oturdum Cemlas'ımla bir süre. Görmek istediğim bir adam daha vardı ki işte orada kırdı kalbimi. Canı sağolsun.
*
Sonra Alptekin'i de bulduk başka bir pub'da, her yer ıpıslak olduğundan bir tentenin altına sığınıp ballı bira içtik, görüşmediğimiz yılların muhabbetini yaptık. Hayat ne garipti, vapurlar felan... Lisedeyken "abi ilerde aynı eve çıksak ya" diye muhabbet eden iki adamın gidip İngiltere'de beraber yaşaması garipti mesela. Bizim yıllarca İstanbul'da, Bursa'da, Balıkesir'de görüşmeyip tee İngiltere'de görüşmemiz garipti. Askere giderken, ertesi gün direksiyon sınavım var diye vedasına, Taksim'e gidemediğim adamla Londra'nın göbeğinde, üstüme yağmur damlayan hasta halimle içmem de garipti.
*
Sonra beni metroya bırakan arkadaşlarıma uzun uzun sarıldım; bol rötarlı, yarı uyumalı bir metro yolculuğu sonrasında Earls Court'a döndüm. Ciks mekanların önündeki uzun kuyrukların ve kısa eteklerin önünden elimde koca poşetlerle ve ıslak Converse'lerimle geçtim, koşa koşa hatta zıplaya zıplaya gittim otele.
*
Hayat ne garipti; iki gündür bildiğim bir yerin sokaklarında, balkabağına dönüşme saati geçtikten sonra koşturmam, kırmızıda geçmem ve belki de sırf bu yüzden, hiç yabancılık hissetmemem çok garipti mesela.
*
*
(02 Ekim 2010, İngiltere)

0 yazmadan duramayan var!:

Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!