... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

İngiltere Gün7: Cool Brittania

İngiltere'deki son günüme ister istemez "ulan yarın iş var allah kahretmiye" düşüncesiyle uyandım. Ama biz kendimiz kaşındık, orası çok belliydi. İnsan pazar gecesi 22:30'a dönüş bileti alırsa, ertesi gün Türkiye saatiyle 04:30'da havalimanına ineceğini ve pazartesiyi pert halde geçireceğini hesap etmeli. Ama yoook, genciz ya, koymaz ya bize... Sabah 06:18'de evimde yatağa girdiğimde hala kendi kendime küfretmekteydim.

Neyse canım, ne olduysa oldu, biz son günümüze dönelim. Son günü alışverişle geçirelim, sonra da azıcık kafa dinleyelim dedik bizimkilerle. Vaktiyle bir arkadaşın, ki isim vererek rencide etmek istemem ama adı Jerfi, bir haftasonu sırf alışveriş yapmak için uğruna İngiltere'ye gittiği Primark idü bizim de uğrak yerimiz. (Uğrak yeri. Uğrak. Uğrak. Aha da kaybetti anlamını.)

Alışveriştiğimiz bizim olsun, zaten anlatacak da bir şey yok. Sadece Türklerin Türklüklerini belli ettiğini söyleyebiliriz orada da, en son hangi reyondan bir şey aldıysa oraya en yakın kasaya seğirtip 15 dakika kuyruk bekleyen güruhun aksine, erkek bölümünde alışverişin çıldırış boyutuna gelmeyeceğini hesap edip hemencecik işimizi bitirdik. Çok mu uyanığız? Bence hayır; ama adamların bizim gibi sürekli hesap yapan bir kafası yok ki. 10.20 pound hesaba karşılık 20 pound ve 20 sent verdiğimizde; önce 20 senti geri verip sonra 9.80'i bozuk olarak geri veren adamlardan bahsediyoruz.

Mehmet Kocabaş geçenlerde verdiği bir eğitimde "Türkler en şanslı adamlardır, dünyanın her yerinde çalışabilirler. Çünkü hiçbir şeye şaşırmazlar." dedi. Kesinlikle haklı adam ve bence hiçbir şey için gurur duymuyorsak bile bunun için duyabilmeliyiz: Biz her İK'nın peşinden koştuğu o kalifiye adamlarız (ha, recruitment tamam ama retention istenen seviyede değildir, o ayrı. Boğaz'ı özlüyoruz abi, napalım...)

Primark sonrası elimizde koca kesekağıdı poşetlerle, yağmur altında yürüye yürüye Hyde Park'a gittik. Buraya bir anekdot sıkıştırmam lazım. İngiltere'de döndüğümde eniştem bana şimdiye kadar gördüğüm üç Avrupa şehrinin hangisinde yaşamak isteyeceğimi sordu. Amsterdam ile Londra arasında kalıp sonra Amsterdam dedim. Viyana'yı direkt eledim evet, Alman bile olmayıp onlarla eşit snoblukta adamlarla yaşayamam uzun süre. Amsterdam'ı seçmemin sebebi ise aklınıza gelen ilk şey değil :) Basitçe, Signs filmi kadar basitçe, sebebi su. İçinden su geçen şehri severim ben. Yürümeyi sevmesem de gideceğim yere yürüyebilme ihtimalimi severim. Bisiklet severim, bisikletin bir hayat tarzı olmayışı İstanbulum yeditepemin en büyük eksikliğidir gözümde. İşte o yüzden Amsterdam dedim. Bu hikayenin Londra'ya bağlanan kısmı ise, yanıt vermeden önce iki şehir arasında kalıp düşünmem, kısa süreliğine de olsa. Eğer bunu yaptıysam sebebi Hyde Park'tır; fakat sorsanız, nedenini uzun uzadıya anlatamam.

Hyde Park'ta göle ve kümes hayvanlarına karşı kahvelerimizi içerken de, tatillerin olmazsa olmaz fotoğrafını çektim, buyrun:


Gördüğünüz gibi bu fotoğraflar illa ki kumsalda ve çıplak ayaklı olacak diye bir kaide yok :)

Hyde Park'tan otelimize, oradan havalimanına duty free'ye gittik. Dönüş hüznünü alkole boğdum; henüz içmeyip sadece satın alsam da... Duty free'leri bu yüzden çok severim, insana ucuz içkiyle kendini iyi hissettirir giderayak.

Baktım bizimkiler Clinique olsun (klinikuğe:)) Armani olsun kozmetiğe ve parfüme boğulmuş durumda; şu işe bir de ben el atayım dedim ama nerde... Vallahi hiç anlamıyorum bu işlerden, hazır yurtdışına gelmişim şu bakım setinden bi tane alayım gibi bi kafam hiç olmadı. Bu yaşa geldim, kadınlığımı keşfedemedim mi nedir daha; koku derseniz aklım anca iki tanesi 6 pounda satılan After Eight'lerin nanesine gidiyor. Bi olamadım yahu!

Neyse canım neyse, yumurta kapıya dayanınca ne gerekiyorsa onu oluruz biz de, hem "ona o kadar para verilir mi yeaa", dimi ama?

Böylece bitirdik İngiltere'yi. Vizem 6 aylık, bir sürü kullanmadığım iznim var, Mart'a kadar yine gideceğim kesin. O zaman neler yapacağım hakkında fikirlerim bile var. Olmadı abi, İngiltere'de de yaşayamadık; ama yaşayamadık dedimse, eğlenmedik demedim. Sonuçta, Cool Brittania!


(03 Ekim 2010, İngiltere)

2 yazmadan duramayan var!:

yaaa ama kalbimi kiriosun sirf vecihem icin severim london da yasarim demeni beklerdim.. yanilmisim..
ya onu birak reagent's park a gitmedik..
dogru duzgun partili(ye)medik
hava lesh otesiydi.cidden bu kdr kotu diildir normalde
ben daha yerlesmemis kendime gelememistim tam ilgilenemedim filan
yani o ikinci gelisinde bence "oha london en sevdiim sehir" dedirterek gondermezsem seni burdan benimde adim v olmasin.
LONDON <3 V

 

hehe manyak :) adanayi sirf senin icin severim bi kere bebeyim, seninle birlikte gitmemis olsak da.

yine de bakalim ikinci geliste neler olacak :)

 
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!