Bugün çok acayip bi gün oldu. Öyle ki, acayip yerine bazıları gibi "acaib" yazsam, garip kaçmayacak adeta.
Bizim evde henüz doğalgaz olmayışını, geceyi dostlarla geçirmek için fırsat bilen bünye kalkıp saat yarımda, odanın astarı -sonunda- bittikten sonra Etiler'e gitti. Bir bölüm How I Met Your Mother, biraz tepişme, makara tukara derken gecenin bilmemkaçında yattık. Hemen uyudum, nerelerde hemen uyuyabildiğim düşünülürse bunun şaşırtıcı olmadığını birazdan göreceksiniz. Sanırım ben uykuya dalarken Erinç hala bir şeyler anlatıyordu...
Sabah tabi ki saati 15 dakika ileri kurarak kendimi kurtardım. "Türk'ün snooze tuşu ile imtihanı" demek isterdim ama yok, ben kalkıp telefonu özellikle koyduğum uzak yerden alacak ve alarmı tekrar kurup geri uyuyacak (bkz. geri uyumak) (bkz. Bağış.Akbal) kadar uyanık oluyorum. Bu, nasıl bir uykum olduğuna birinci örnek.
Sonuçta dolabın karşısına dikilip ne giyeceğimi düşünerek zaman kaybetmeyeceğim için o 15 dakikayı hak etmiştim. Paşa paşa kalkıp giyindim sonra; uyandırılmak isteyenleri uyandırdım veya uyandırdığımı sandım, çıktım evden. Bursa'ya geliyordum, feribota yetişeceğime güvenim tamdı fakat ta-da! Hesaba katmadığım şey, Beşiktaş saatiyle evden çıkarsam Etiler saatiyle Yenikapı'ya oldukça uzak olduğumdu.
Biraz panikledim. Sahile inmeyeyim, E5'ten gideyim diye bir ölümcül karar verdim. Astar kokusuyla olacak, bulanmış olan beynim E5 üstünde Yenikapı çıkışı ararken (oysa pekala biliyordum Aksaray'dan çıkmam gerektiğini) yanlışlıkla Merter'e kadar gittim. Bir ölümcül karar daha vererek Merter'e girdim. Oradan çıkamayacağımı anlamam uzun sürmedi.
Bir çevreyolunun karşı şeridine geçmeyi hiçbir zaman beceremedim sevgili okur. İtiraf ediyorum, yapamadım bunu. Bende ne yol, ne de yön duygusu var. Arabama park sensörü takılmamış olmasına alıştım, fakat navigasyon cihazsız ben bir hiçim. Bir gün ayfon alırsam sırf bu yüzden olacak.
Aynı yerden bir daha geçip günlük déja vu'mu yaşadıktan sonra yavaşladım. Artık feribota yetişme ihtimalim yoktu, rahat edebilirdim. O yüzden havalimanına kadar gidip oradan döndüm sahilyoluna. Yenikapı'ya gittim, otoparka çektim arabayı.
Bursa yakın bir yer; daha önce defalarca gidip, daha da fazla gelmişliğim var karadan; lakin bugün hava yağmurdan önümü göremeyecek kadar berbatken ve gece, feribotta alacağım uykuma güvendiğimden, gözümden uyku akıyordu. Uykusu gelme hali, sarhoş olmak gibi insanın mutlaka inkar ettiği bir durum; fakat araba kullanırken uyumaktan ölesiyle korkarım ben. O yüzden de şahane bir hareket yaparak, Yenikapı'da İDO otoparkında, arabamın arka koltuğuna kıvrılıp üstümde ceketimle uyudum (bu, nasıl bir uykum olduğuna ikinci örnek).
O 2 saatlik uyku bana öyle iyi geldi ki, anlatamam. Kalktım, simitçiden bir çatal alıp yedim (eski çatalların tadı yok azizim!) sonra düştüm yola. Deli gibi yağmura devam. Hiç adetim olmayarak Eskihisar'a döndüm, zaten hızlı gidemeyecektim. Eskihisar'da feribota son iki araba kalmışken "hah" dedim, "bu öndeki de binse ben yine kaldım burada!" O sırada Murphy bana kıyak geçmeye karar verdi, öndeki minibüsten bozma aracı almayıp beni çağırdı ve böylece yaklaşık yarım saatlik saçma bir bekleyişten kurtulmuş oldum.
Feribot çayı ve tostu, martı çığlıkları, deniz foşurdaması... Feribotun nemli bankında otururken düşündüm: Bir gün durduk yere hayatımıza bakıp "ne kadar mükemmel bir hayatımız var" diyebilecek miyiz? Bu kadar şanslı olabilecek miyiz?
...derken, Topçular ve Bursa. Saat 2'de işe başlamıştım bile. Kışkışlanana kadar da çalıştım, nasılsa burnumun dibiydi otel.
Akşam Ahmet'im beni aldı (bi otelden son model bi BMW ile alınmak değişik, gerçekten), yemek yedik beraber. Evlilik sürecinden bahsettik, yeni ev planlarından, işlerden güçlerden filan. Kurmakta olduğu yeni şirketten bahsettik bir de. İnsanlar ne kadar çabuk bir işe giriveriyorlar; şaşırıyorum. Tabi halihazırda ticaretle uğraşan, hali vakti yerinde biriyken bu işler daha kolay, insan daha gözüpek oluyor ama yine de...
Ahmet hiçbir zaman öyle global, kurumsal, bilmemne bir şirkette çalışmak istememiş ve hiçbir zaman da çalışmayacak bir adamdır. Gerek de yok, zaten kendisi deli gibi çalışıyor kendi işinde ve hala büyümeyi düşünüyor, vesaire.
Son zamanlarda bunu çok düşünüyorum, yarın işsiz kalsam ki bu olabilir, ne yapacağımı. Ne yapabileceğimi değil, muhtemelen birçok şeyi birçok insandan iyi yaparım. Lakin bunu nasıl kanıtlayacağımı düşünüyorum. İnsanlar diploma görmek isteyecek, bir MBA derecesi, bir kurs, sertifika, yurtdışı nanesi... öyle bir şey. Ne olacak?
Ne yapılacak?
Biri bana, daha zevkli bir çıkış yolu göstersin, veya birkaç yol göstersin ki seçeyim içinden, istiyorum. Seçeyim, o mükemmel hayata doğru en azından bir adım atmış olalım, ona varamasak da.
Ya, böyle işte. Sevgili günlük tadında başladık yazıya, nerelere geldik. Büyümek bu sanırım; mükemmelin olduğunu her an daha çok anlayarak ondan her an uzaklaşmak.
O zaman bir şarkıyla bitirelim: It's a wonderful life.
Yerseniz.
(13 Ekim 2010, Bursa)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder