işten kafa oldum bugün.
zaten yorgundum, zaten yataktan oması gerektiğinden bir saat geç kalkmış, yemişim lan dün gece döndüm merkezden, deyip işe geç gelmiştim. öğlen starbucks'ta ayılmak için kahve içerken, mayışıp neredeyse uyuyacak hale gelmem mikkemmel bir ironiydi (bunu bir daha yapmayacağıma söz veriyorum ya. hayır gerçekten izlemiyorum türk malı'nı.)
bugün isyan günüydü ofiste. hoşuma gitmiyor diyemem. son dakikada bana bir iş verilmesi değil, oraya-buraya (twitter-blog) yazıp rahatlayacağım şeyleri insanların yüzüne veya mailine çemkirip rahatlamak hoşuma gidiyor.
bir arkadaşımla biz, 15 dakika önce bize saplanmış acil bir telekona girerken, departmanda pazartesi öğlene kadar yapılması gereken bir iş belirdi. biz son dakika işlerinden payımızı aldığımızdan, kimin başına kaldıysa kaldı o iş fakat bu durumun uygunsuzluğu ile ilgili geribildirim vermekten geri kalmadık. bu sefer ağır bir dil kullanmış olabilirim. umurumda değil, desem?
bizim işimiz, plansızlık kaldıracak bir iş değil arkadaşım. bunu anlatamadık.
hiçbir zaman düşündüğümü söylememezdik edemedim. sivrilmesem olmaz gibi sanki, kır dizini otur halbuki, dimi. yine öyle oldu nitekim, nelere taktığımı madde madde açıkladım. geribildirim adı altında içimi döktüm, çok iyi oldu çok da iyi güzel oldu taam mı.
üslubumun daha ağır değil ama daha açık ve daha tokatlayıcı olması da bu işte kaşarlandığımı gösteriyor sanırım. "kaybedecek bir şeyim yok" düşüncesi mi? (ya da "onlar kaybeder" düşüncesi mi?) olabilir.
yine de bi ben kaldım ofiste. olsun lan. kafam güzel oldu bak. bu gece dışarı çıkıcam hem, isabet.
haftasonu bilgisayarı yanıma almıyorum. evinde internet olmayan adam bilgisayarı naapsın. o konuyu da bi an önce halletmek lazım...
neyse şey, pazartesi görüşürüz.
(15 Ekim 2010, Ortaköy)
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder