Vakti zamanında öğrenmiştim; 1-2-3 Ağustos'ta sınava girilir, sınava hangi gün girdiğinin nereye çıkacağına veya üç kuvvetten hangisinin neferi olacağına pek etkisi olmaz. 10 Ağustos'ta yerler belli olur, 12 Ağustos teslim.
Kadınların erkeklere göre, doğaları gereği daha cesur olmaları gerekiyor demiş bilimadamları. O yüzden aslında daha iyi araba kullanmalılar, daha başarılı birer rallici olmalılar diye devam etmişler. Araba kullanmanın kadınların erkeklerden daha kötü olduğu tek konu olduğunu iddia edebilirim kendimi de harcamak pahasına (bu bilimadamlarının şehirde bir kadın şöförle karşılaştığını hiç sanmıyorum). Lakin, kadınlar bence de erkeklere göre, hayatın birçok alanında daha cesur. Elbette ki her iki cins de izole ortamda olmalı ki diğer etkenleri göz ardı edebilelim, ceteris paribus.
Askerlik, erkeklerin bu iddiaya karşı çıkarken kullandığı ilk ve belki tek argümandır. "Ben askerliğimi doğuda komando olarak yaptım"cıları ve benzerlerini bir yana bırakıyorum; işin içinde fiziksel ve zihinsel birçok yara olduğunda işler hakkında ahkam kesilmemesi gereken bir hal alıyor. Ama... Birçok arkadaşım askerliğini oldukça rahat; rakısını yudumlar, istediği zaman çarşı iznine çıkar halde, bilgisayar başında veya yüzlerce film izleyerek yaptı. Eminim evlerin olmamaktan ötürü sıkılıyorlardı, eminim zor bir yanı da vardı ama diyebilirim ki, o askeri beklemenin daha değişik bir zorluğu var.
Nefes: Vatan Sağolsun'u izlerken, ben hiç asker beklememişim diye düşünmüştüm. Birinin hayatından her gün endişe etmenin ve gerçek anlamda gün saymanın ne demek olduğunu -neyse ki- hiç bilmediğimi. Bizim için sadece, 'uzun dönem' uzakta olmak zordu... Herkes için zor işte, uzun dönem askerlik bir insanın hayatından, pek bir şey yapmadan, vasıfsız eleman gibi çalışıp yarı-vasıflı maaşı alarak takriben bir yıl eksilmesi demek; babalar'ın deyimiyle "dünyanın en kötü insan kaynakları yönetimi." Ve onun devamı, CV'de bir sözcüğü değiştirip tekrar iş arama, bulma, alışma...
Benim için çok geride kaldı bu günler. Her dönem tanıdığım bir sürü insan askere gidiyor, hepsinin haberini alıyorum, çoğunlukla iyi yerlere çıkıyorlar, vay köftehor diyerek yolluyoruz onları, geri geliyorlar, hayatlarına devam ediyorlar, hayatımıza devam ediyoruz; birkaç askerlik anısı, birkaç askerlik arkadaşı ve içinde bulunduğumuz 300küsürlü dönemlerde "vay, dede!", "vay, torun!" nidaları hayatlarına, hayatımıza eklenmiş olarak.
Bugün 2 Ağustos ve benim bir hafta sonra da içim içimi yiyecek, hafifçe de olsa. Küçük bir kıvılcımım vardı, o da askere gidiyor. Haftasonu bir vedayı daha çok olmam gereken -ve açıkçası olmak istediğim- bir yer için feda edeceğim belki de, haberim yok henüz. Almadığım birtakım cevapları bu aya bağladım; ben bir kere daha bekler miydim, beklemeye değeceğine emin miydim, bekleyecek bir şey var mıydı... Hiç öğrenmedim. Bugünün geleceğini bildiğim için zorlamadım da. Bilmemeye tutundum, ne yalan söyleyeyim; bu askerlik bir mazeretti sanki ilgi görmeyişime. Kendim dahil kimsenin kafasını karıştırmama gerek yoktu.
Hayırlı tezkereler diyelim burdan doğru, çok istesem de, yüzüne söyleyecek fırsatım olmaz belki.
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
2 yazmadan duramayan var!:
Birinin hayatından her gün endişe etmenin ve gerçek anlamda gün saymanın ne demek olduğunu bilmesen de olur. Öyle yorucu bir süreç ki, öyle saçma düşüncelere, öyle garip duygulara sürüklüyor ki, bekleyen de kendini kaybediyor, oralarda ölümle burun buruna olan da....
O'nun nereye gittiğini bilmiyorum ama yüzüne söyleme fırsatını yaratmaya çalış derim. İyi gelir...
Fırsat yaratıldı; en azından bi sarılıp öyle gönderebileceğim.
Yorum Gönder