Tanıştırayım, küf.
Yeri gelmişken, şerefsizlerin cirit attığı meslekleri sıralarken müteahhitlerle sigortacılar arasında her daim kalmışımdır. Müteahhitlerle işim olmadı şimdiye kadar ama, bir sigorta poliçesiyle karşılaştığımda bildiğin korkuyorum; ne kadar soru sorarsam sorayım hep bir şeyleri eksik bırakacaklarmış gibi geliyor - ve bırakıyorlar da! Neyi kapsam dışında bıraktıklarını hiçbir zaman bilemiyorsunuz, ve her poliçenin zayıf karnını aramak çok zor.
Neyse efendim, sonuç itibariyle pek sevdiğimiz evimizde malesef bir rutubet sorunuyla karşı karşıyayız. Evin rutubet kokması falan değil problem ki gidip iki tane nem emici alıp kurtulalım... Temmuz ayında hayvan gibi yağmur yağdı ve ev temelden su aldı. O zamandan beri bizim evde dağlar pencereye dik uzanıyor veya şöyle diyelim; yerde bir karış yüksekliğinde bir şişkinlik var. Salonumuzda anakonda besliyoruz ve buna fil yutmuş bir boğa yılanı diyemeyecek kadar büyüdük sanırım.
Ev sahibimiz kafa bir adam aslında; ve yakın zamanda iflas ettiği (daha doğrusu kendisine inanılmaz bir borç takılarak istifa edildiği) için halihazırda satmaya çalıştığı evin bu hale gelmesi onun da hiç işine gelmiyor. Ev sigortalı olduğu için de eksperler gelsin, neyin ne kadarını karşılayacaklarına baksınlar, ona göre cebinden para çıksın istiyor. Biz ise, evin düzeltileceğini (gerçek anlamda düzelmekten bahsediyorum tabi) ve izolasyon yapılacağını kabul etsek bile, bir inşaat alanında bir süre yaşamayı kabul edecek miyiz, bunun için ne kadar bekleyeceğiz yoksa hemen defolup gitmeli miyiz gibi sorulara cevap vermeye çalışırken bir yandan da ev bakıyoruz işte, ki bu da tamamen başka bir hikaye.
İyi bir ev bulmak çok zor; çok fazla kriterimiz olmasa da rutubetsiz olması, odalarından birinin çocuk odası olmaması, mümkünse kombili olması falan filan derken, buraya taşınmadan önce Beşiktaş'ta baktığımız leş evleri düşününce bu iş gözümüzde büyüyor. Bir de ev sahibi var tabi, o da önemli. Bununla ilgili de bir anımız var, bir keresinde biriyle tanıştık ve emin olun, Beşiktaş'ta baktığımız tüm o leş evlerden daha leş bir kadındı: Günay Yeter D..... (evet, adını unutamıyoruz; soyadını da yazmama gerek yok).
Şair Nigar sokağın Beşiktaş çarşıya yakın tarafında bir evdi gideceğimiz yer. Sahibinden.com'daki ilanda verilen telefonu çevirdik, bir kadın açtı telefonu "eveet?" diyerek.
_ Merhaba hanfendi, biz sahibinden.com'daki ilanınız için aramıştık, evi görmek istiyoruz mümkünse...
_ Emlakçı mısınız?
"Manyak mısınız?" derdik ütopik bir evrende olsak, insanın soracağı ilk şey bu mu olur lan?
_ Hayır hanfendi, müsaitseniz bugün görebilir miyiz evi?
_ Buyrun gelin, temizlik yapıyorum zaten.
Kadın bize telefondaki kadar ters davranırsa eyh be deyip çıkacağımıza karar vererek, kalktık evi görmeye gittik. Kapıyı çaldık, kafasına yemeni bağlamış kısa boylu tıknaz bir kadın açtı kapıyı, ağzının kenarındaki sigarası dudağına yapışmışçasına konuşurken bile orada duran asık suratlı bir tip. "Eveet?" dedi telefondaki ses tonuyla; "Günay Yeter hanım, değil mi?" dedik, sigarasını titreterek evet dedi, "hiç Günay Yeter gibi görünmüyorum, dimi?" Kuzen "bilmiyoruz, hiç Günay Yeter görmedik" diye cevap verdi, kadın sanırım duymadı. Buyurup girmemizi buyurdu ama temizlik yaptığı için galoşlarımızı giydirmeyi ihmal etmeden... İçeri girdik, salonda başka biri daha vardı temizlik yapan; fena bir eve benzemiyordu, dolaplar molaplar, parkeler diye konuşurken GYD "pardon, siz kimsiniz?" dedi. İsimlerimizi söyleyip kuzeniz, dedik. "Siz kendiniz için mi bakıyorsunuz eve?" diye sordu panikle; "aaa ben bu evi aileye vericem!"
Haydaa, dedik, emlakçı olup olmadığımızı sorana kadar bunu sorsaydınız ya telefonda? Bakın biz öğrenci değiliz, o bakımdan endişeniz olmasın, ikimiz de çalışıyoruz... Yok, kadın tutturdu bir kere, bundan sonrasına bakmamıza gerek yokmuş, evi verse de yarın öbür gün kaçıp gitsek, bizi nerden bulacakmış... Bu kadından kaçılacağına ihtimal veriyorum tabi; "Anne babaları yakalayabiliyor musunuz?" diye sorduk ister istemez. Sonra, evi aileye verme ısrarından vazgeçip ille anne-babalarımızla kontrat yapmakta ısrar etti. Biz yetişkiniz yahu, dedik; anne-babalarımızı mı çağıracağız her iş için buraya?
Tamam hayatım, ben size bu evi vermiyorum şekerim, demeye başladı kadın sonra; en sevmediğim şeylerden biri gereğinden yılışık insandır. Normalde şu kadına bir tokat atıp rahatlayabilecekken, sinirim kadının kafasını duvara sürtme raddesine geldi; hadi gidiyoruz dedim kuzene. Daha giderken laflar hazırlamıştık kadına ne olur ne olmaz diye, benim sinirden söyleyemediğimi kuzen söyledi: "Sizin gibi evsahibini, Allah düşmanımın başına vermesin!"
Demem o ki, ev sahibi de ev kadar önemli. Ev kadar... Peki biz iyi bir ev sahibini ve iyi bir evi hak etmiyor muyuz? Askı'nın isyan edişi gibi, ne yapmamız gerek acaba şöyle rahat kafayla bir evde olabildiğince, yıllarca oturmak için, yerleşmek, o eve göre eşya almak, bir sürü çivi çakmak için; zamanında fatura, kira ödemek veya arada bir lavabo açmak hariç bir sorumluluğumuz olmaması için ne yapmamız gerek? Daha çok çalışmamız mı; böyle, evde oturacak zaman bulamayacak kadar çok çalışmamız mı? Ev duasına çıkmamız mı?
Tamam öyleyse, allaam sen önce Askı'ya, sonra da bize dışarıdan daha nemli olmayan güzel birer ev buldur yareppim amin.
Birtakım eksperler evimizi ziyaret edip duruyor bu aralar; şerefsiz piçler her seferinde bazı şeyleri yeni görüyormuş gibi şaşırma rolü yapmayı başarıyorlar. "Aaa, burayı görmüştük ama şu yoktu geçen geldiğimizde." Yok ya?! Neyse ki kuzen de en az benim kadar hazırcevap da, hiçbir şeyin altında kalmıyoruz: "Öyle mi, e o zaman rutubet düşündüğümüzden de hızlı ilerliyor demektir."
Yeri gelmişken, şerefsizlerin cirit attığı meslekleri sıralarken müteahhitlerle sigortacılar arasında her daim kalmışımdır. Müteahhitlerle işim olmadı şimdiye kadar ama, bir sigorta poliçesiyle karşılaştığımda bildiğin korkuyorum; ne kadar soru sorarsam sorayım hep bir şeyleri eksik bırakacaklarmış gibi geliyor - ve bırakıyorlar da! Neyi kapsam dışında bıraktıklarını hiçbir zaman bilemiyorsunuz, ve her poliçenin zayıf karnını aramak çok zor.
Neyse efendim, sonuç itibariyle pek sevdiğimiz evimizde malesef bir rutubet sorunuyla karşı karşıyayız. Evin rutubet kokması falan değil problem ki gidip iki tane nem emici alıp kurtulalım... Temmuz ayında hayvan gibi yağmur yağdı ve ev temelden su aldı. O zamandan beri bizim evde dağlar pencereye dik uzanıyor veya şöyle diyelim; yerde bir karış yüksekliğinde bir şişkinlik var. Salonumuzda anakonda besliyoruz ve buna fil yutmuş bir boğa yılanı diyemeyecek kadar büyüdük sanırım.
Ev sahibimiz kafa bir adam aslında; ve yakın zamanda iflas ettiği (daha doğrusu kendisine inanılmaz bir borç takılarak istifa edildiği) için halihazırda satmaya çalıştığı evin bu hale gelmesi onun da hiç işine gelmiyor. Ev sigortalı olduğu için de eksperler gelsin, neyin ne kadarını karşılayacaklarına baksınlar, ona göre cebinden para çıksın istiyor. Biz ise, evin düzeltileceğini (gerçek anlamda düzelmekten bahsediyorum tabi) ve izolasyon yapılacağını kabul etsek bile, bir inşaat alanında bir süre yaşamayı kabul edecek miyiz, bunun için ne kadar bekleyeceğiz yoksa hemen defolup gitmeli miyiz gibi sorulara cevap vermeye çalışırken bir yandan da ev bakıyoruz işte, ki bu da tamamen başka bir hikaye.
İyi bir ev bulmak çok zor; çok fazla kriterimiz olmasa da rutubetsiz olması, odalarından birinin çocuk odası olmaması, mümkünse kombili olması falan filan derken, buraya taşınmadan önce Beşiktaş'ta baktığımız leş evleri düşününce bu iş gözümüzde büyüyor. Bir de ev sahibi var tabi, o da önemli. Bununla ilgili de bir anımız var, bir keresinde biriyle tanıştık ve emin olun, Beşiktaş'ta baktığımız tüm o leş evlerden daha leş bir kadındı: Günay Yeter D..... (evet, adını unutamıyoruz; soyadını da yazmama gerek yok).
Şair Nigar sokağın Beşiktaş çarşıya yakın tarafında bir evdi gideceğimiz yer. Sahibinden.com'daki ilanda verilen telefonu çevirdik, bir kadın açtı telefonu "eveet?" diyerek.
_ Merhaba hanfendi, biz sahibinden.com'daki ilanınız için aramıştık, evi görmek istiyoruz mümkünse...
_ Emlakçı mısınız?
"Manyak mısınız?" derdik ütopik bir evrende olsak, insanın soracağı ilk şey bu mu olur lan?
_ Hayır hanfendi, müsaitseniz bugün görebilir miyiz evi?
_ Buyrun gelin, temizlik yapıyorum zaten.
Kadın bize telefondaki kadar ters davranırsa eyh be deyip çıkacağımıza karar vererek, kalktık evi görmeye gittik. Kapıyı çaldık, kafasına yemeni bağlamış kısa boylu tıknaz bir kadın açtı kapıyı, ağzının kenarındaki sigarası dudağına yapışmışçasına konuşurken bile orada duran asık suratlı bir tip. "Eveet?" dedi telefondaki ses tonuyla; "Günay Yeter hanım, değil mi?" dedik, sigarasını titreterek evet dedi, "hiç Günay Yeter gibi görünmüyorum, dimi?" Kuzen "bilmiyoruz, hiç Günay Yeter görmedik" diye cevap verdi, kadın sanırım duymadı. Buyurup girmemizi buyurdu ama temizlik yaptığı için galoşlarımızı giydirmeyi ihmal etmeden... İçeri girdik, salonda başka biri daha vardı temizlik yapan; fena bir eve benzemiyordu, dolaplar molaplar, parkeler diye konuşurken GYD "pardon, siz kimsiniz?" dedi. İsimlerimizi söyleyip kuzeniz, dedik. "Siz kendiniz için mi bakıyorsunuz eve?" diye sordu panikle; "aaa ben bu evi aileye vericem!"
Haydaa, dedik, emlakçı olup olmadığımızı sorana kadar bunu sorsaydınız ya telefonda? Bakın biz öğrenci değiliz, o bakımdan endişeniz olmasın, ikimiz de çalışıyoruz... Yok, kadın tutturdu bir kere, bundan sonrasına bakmamıza gerek yokmuş, evi verse de yarın öbür gün kaçıp gitsek, bizi nerden bulacakmış... Bu kadından kaçılacağına ihtimal veriyorum tabi; "Anne babaları yakalayabiliyor musunuz?" diye sorduk ister istemez. Sonra, evi aileye verme ısrarından vazgeçip ille anne-babalarımızla kontrat yapmakta ısrar etti. Biz yetişkiniz yahu, dedik; anne-babalarımızı mı çağıracağız her iş için buraya?
Tamam hayatım, ben size bu evi vermiyorum şekerim, demeye başladı kadın sonra; en sevmediğim şeylerden biri gereğinden yılışık insandır. Normalde şu kadına bir tokat atıp rahatlayabilecekken, sinirim kadının kafasını duvara sürtme raddesine geldi; hadi gidiyoruz dedim kuzene. Daha giderken laflar hazırlamıştık kadına ne olur ne olmaz diye, benim sinirden söyleyemediğimi kuzen söyledi: "Sizin gibi evsahibini, Allah düşmanımın başına vermesin!"
Demem o ki, ev sahibi de ev kadar önemli. Ev kadar... Peki biz iyi bir ev sahibini ve iyi bir evi hak etmiyor muyuz? Askı'nın isyan edişi gibi, ne yapmamız gerek acaba şöyle rahat kafayla bir evde olabildiğince, yıllarca oturmak için, yerleşmek, o eve göre eşya almak, bir sürü çivi çakmak için; zamanında fatura, kira ödemek veya arada bir lavabo açmak hariç bir sorumluluğumuz olmaması için ne yapmamız gerek? Daha çok çalışmamız mı; böyle, evde oturacak zaman bulamayacak kadar çok çalışmamız mı? Ev duasına çıkmamız mı?
Tamam öyleyse, allaam sen önce Askı'ya, sonra da bize dışarıdan daha nemli olmayan güzel birer ev buldur yareppim amin.
Vec'e de kendine göre bir kutucuk ev bu arada lütfen, teşekkürler :)
(21 Ağustos 2010, hala Akaretler)
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder