... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

Haftanın Sonu

Cuma günü işteyken dürttüm bizimkileri, evde kesin yalnız olacaktım ve evde yalnız olduğum cumaları sızıp kalıyorum haftanın yorgunluğuyla, cuma günü konseptine yazık oluyor. Neden haftanın ortasında bir gün sızmayıp 3'e, 4'e kadar oturduğumun açıklaması yok. Bünyenin kendini zorlaması, diyelim.

İşten geç çıktım, ne güzel düzelttim etrafı, masamdan bir sürü şeyi attım filan; mesai saatinde yapmaya fırsat bulamadığım şeyler yaptım müziği de sonuna kadar açıp. Eve geldim, sonra bizimkiler geldi, çıktık. Aslıko aradı, gelsene dedi, Çeşme'ye hem de, sanki sokağın köşesi! Olurunu olmazını tartışırken İzmirli tayfa gaza geldi, gider miyiz, gideriz aslında falan filan... Kısmet diyelim şimdilik :)

Taksim'e geldik. "Nereye gidelim?" "Balkon'a gidelim." Gittik. "Aa bizim liseden arkadaşlar var burda, bi dakika dedi Yalçın, bi baktım Erdem, Mert, arkasından Erinç, Burak, Moris: Portakal Balkon'da! ama Adil eklentisiyle.

Böyle tesadüfler çok eğlendiriyor beni çünkü genelde karşılaşmak istemediğim adamlarla daha sık karşılaşırım, niyeyse. Dün eski bir erkek arkadaşımla karşılaşmanın kıyısından dönmüşüm örneğin, biz başka bir yerden biraz geç çıkmasaydık... Neyse uzun hikaye şimdi o. Oturduk muhabbet ettik, sanıyorum Google İrlanda'daki dokuzuncu! Türk olan Moris'i de böylece görmüş oldum, sonra onların pili bitti, kalktılar. Biz de tabi ki ıslak hamburgerimizi yedikten sonra döndük, ben uykusuzluktan sürünerek yattım yatağa. Tavsiye ederim, deneyin arada bir. Hamburgeri değil, sürünmeyi.

Ah, bu arada Bozcaada'ya gitmeye karar verdik Ağustos sonu. O kadar kalabalık olacakmış gibi geliyor ki bana! Tek tesellim ramazan oluşu; sadece ramazanda içmeyenlerin işi olmaz Bozcaada'da gibime geliyor, göreceğiz. Bu defa ev tuttuk ama tabi ki Rengigül'e kahvaltıya götüreceğim onları. Bunlar hiçbir şey ifade etmiyor biliyorum, çünkü hala yazamadım o yazıyı. Bugün çok kararlıyım ama!

Bozcaada Bozcaada, ne garip, özledim orayı...

Bizimkilerin bir huyu var, bir ay görüşmüyoruz bazen, denk gelmiyor işte, ama görüştük mü suyunu çıkarıyoruz. Hemen ertesi gün için, gece için planlar yapılıyor. Biz de cumayı böyle bağladıktan sonra cumartesi arkadaşların havuzlu evlerine gitmeye karar verdik. Öğrenci kimliğimiz artık geçmiyor, okul havuzu çok pahalı biliyor musunuz? Havuz, rüzgar, pizza, arkasından tembellik, bi kanalda Ally McBeal maratonu Ayça'yla...

Bir laf vardı dün izlediğimiz bölümlerden birinde:
"The only thing worse than wanting something you don't have is having something you don't want."

Düşündüm; nereye koyacağımızı bilemediğimiz eşyalar, adamlar, hisler oluyor elimizde bazen, çekmeceye koyuyoruz kapanmıyor, kutulara sığmıyor, halının altına süpürülemiyor. Biz de unutmayı tercih ediyoruz, unutarak kaybediyoruz, olabilir mi?

Unutabiliyor muyuz, unutarak kurtulabiliyor muyuz Kenan Doğulu'nun iddia ettiği gibi?

Bilemedim. Ama bunca zaman sonra, izlediğim ilk yabancı diziye rastlamak güzeldi. Sonra Okay'ı ve "erkekler evlerinde özgürce maç izlemek ister" reklamlarına örnek olacak arkadaşlarını bırakıp, Ayça'yla bize geldik. Im Juli, benim için tekrar, Ayça için ilk. Çok sevdiğim bir filmi ilk kez izleyen insanların yanında olmaya bayılıyorum. Blue moon, you saw me standing alone... Neredesin Firuze'yi bulduk, şimdi sıra Im Juli müziklerinde, hadi bakalım...

Akşam Tsu'mun sevgilisinin doğumgünü, sonra klasik durağımız Mono. Gençliğimizin müzikleri, aah ah! Sözünü bildiği şarkılarla rahat eden adamım ya ben, Mono'yu çok seviyorum. Her gittiğimde Ooo vatçiva! çalıyor, lisedeyim sanıyorum; funky town çalıyor, kendimi Friends'in geçmişe dönüş bölümlerinde buluyorum filan... Bu aralar en sık kurduğum cümle "ayh hava çok sıcak", Mono'da yerini "aaa ne çalıyor yaa"ya bırakıyor bir süreliğine. Ve klimaya tapıyorum.

Ha deli gibi dans mı ettim, yoo. Şey düşündüm hatta müzik akciğerlerimi titreterek çalarken; bir süre belli biriyle karşılaşır mıyım demeyeceğim hiç. Mesela Google map veya her neyse, kendini tanıdıklarına görünür yapıp an be an nerde olduğunu bildiren adam var ya, ya da feysbuktan her an nerede olduğunu duyuran adam... Onu takip eden insanın işi kolay dimi? Nereye gideceği, nerede olacağı hep belli, karşılaşmak isteyenin işi kolay. Diğer türlü hep düşünmek zorundasın, hep bi heyecan bi merak, "acaba gelecek mi?"

O merakın olumsuz yanıtını almak var işte. Merak bile edememek, çünkü biliyorsun ki adam yok. Yurtdışında olsa karşına çıkabilir, bak Moris'e. Ama bu adam yok, çünkü çıkamayacağı bir yerde.

Merak etmeyi sevmediğimi zannederdim.

Özledim. Garip ama. Böyle zamanlarda nerde olduğumu unutup dalıveriyorum. Dün de elimde kolam, dirseklerimi bara dayamış dalarken Tsum tuttu çıkardı beni, "ne bakıyosun kabadayı gibi, bütün kızlar senin mi?" dedi. Farkında bile değildim nasıl durduğumun, nasıl baktığımın; o an fark ettim ki kendimle ilgiyi bu çok şikayet ettiğim algıyı ben yarattım ve haberim bile yok insanlara nasıl yaklaştığımdan. Oysa, bana nasıl hitap edilmesini istiyorsam ben de öyle hitap etmeliyim insanlara. Abi'yse abi. Can'sa can.

Yine Ally McBeal'de değişimle ilgili bir şeyler vardı. İnsanın evinden işine, her gün yürüdüğü yolda, her gün gördüğü insanlarla karşılaşarak yürüyüşünde dahi değişik bir şey olamaz mı? Gardırobu yenilemek değil bu dediğim, hani iki gün önce dedim ya kendimi yetkin hissettim diye, işte onu göstermek. Bir klibin veya filmin içindeymişim gibi yürümek sokakta. Hafifçe gülümser bir ifade takınmak ama gerçekten gülümseyecek bir şeyler olduğu için. Çünkü gülümseyecek bir şeyler var. "Bana ısrar et, gelicem" dediğin adam sana ısrar etmemiş olabilir, işler yetişmemiş olabilir, canın sıkkın ve her şey sana zor geliyor olabilir; ama gülümsenecek bir şey var yine de. Maharet onu bulmakta.

Bu sabah kalktım, Kara Fırın'a gidip börek aldım kendime, börekçide edilen kahvaltı sağlıksızdır ama bünye istiyor arada bir de olsa, alışmışız bi kere. Mutluydum evimden fırına 2 dakikada gidiyor olmaktan ötürü, burada yaşamaktan ötürü. Sonra geldim, anahtarım kapıyı açmadı, uğraştım, uğraştım, çilingir çağırdım hatta, sonra tekrar deneyeyim dedim ama en baştan. Bir kere kilitlediğim kapıyı açamadıysam, 5 kere kilitleyeyim, sonra belki açarım. Sadece en dipte ayağını vurup yükselebilirsin ya, o hesap. Tık, tık, tık, tık, tık; şimdi geri, tık, tık, tık, tık, tık... Açıldı! Çilingire "gelmeyin" dedim, "arkadaşlar çözdü olayı". Vantilatörün karşısına geçtim, ayranım, böreğim, bilgisayarım, müziğim, önümde okunmayı bekleyen minik bir kitap... Gülümseyecek bir neden mi arıyorduk?


bu ben değilim :)

(15 Ağustos 2010, İstanbul)

0 yazmadan duramayan var!:

Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!