bu yazı herhangi bir kitaba giydirme değildir :) o blogu da takip ediyorum kızcağızım para basmaya başladığından beri. geçmişe dönük olarak okuma ihtiyacı hissetmedim (bir şeyi uzunca bir süre okuyabilmem için akıl dolu olmasından ziyade düzgün yazılmış olması gerekir, ben bunu hak ediyorum)
ama biliyorum işte konuyu filan, çünkü hakkında konuşabilmem gerekiyor.
gossip girl'e rastladıkça bakardım, küçük sırlar'a da rastladıkça bakıyorum. malum yaz ayındayız, ortada izlenecek bir şey yok ki diye bahane türetmeyeceğim, zira daha lost'un son sezonu yatıyor bilgisayarda. Amma velakin aslında suç ve ceza okumak isterken birden kendini kızıl nehirler'le başbaşa bulan birinin psikolojisini taşıyorum. arkadaşım, hava çok sıcak, benim için fazladan sıcak (saçımdan MAC spor salonu reklamı gibi ter damlıyor diyebilirim), zaten mesai yapıyorum, zaten tüm gün zerre zeka gerektirmeyen bir işi pürdikkat yapmam gerekiyor bu aralar... sonuç itibariyle kumsal kitabı okuyor ve yaz dizisi izliyorum, azıcık boş zamanımda bundan fazlasını gerçekten kaldıramıyorum.
küçük sırlar'a da burhan arkadaşımın ilk bölümü izleme ısrarları sayesinde göz atmış oldum, sessiz de olsa ilk bölümü izleyip karakterleri çözmeye çalıştık beraber. tam olarak diziyle aynı olmamakla beraber benzer karakterler oturtulmuş, etek boyları da maşallah benzer amma velakin türk eğitim sisteminden veto yiyecek denli görünmez, ilişkiler biraz daha az çarpık (haliyle) falan filan...
yav bize bu diziler oturmuyor arkadaş. o az çarpık olan bile bize fazla entrika geliyor, televizyonda bir sürü tuğde var bildiğiniz (murathan mungan'ın yüksek topuklar'ını henüz okumayanlara, kitabı şiddetle tavsiye ediyorum) bizde olmaz öyle, en piç adam bile aynı lise içinde 2 kişiyi sulu götürüp susuz getiremez. o arabalar da iel'in önüne yakışmaz ayrıca, o okuldan bu tiplerin çıkacağına kimse inanmaz.
acaba okulun, mekanların aslını bildiğimiz için mi bize daha eğreti geliyor bunlar, daha bir inanamıyoruz? manhattan'da yaşayan kadın da "sex and the city de saçma yane!" diyor mudur mesela? bu da şimdi geldi aklıma.
neyse ne, sonuçta olmuyor, olmuyor. bizim dizi sürüklemiyor. kobal'dan mıdır, aslında kobal'dan daha güzel olan ikinci kızın ikinci oluşundan mıdır (yani inanılmaz, fantastik bi durum da sözkonusu), yoksa... müziklerden mi yoksa?
gossip girl için bir araya getirilmiş şarkıları büyük bir zevkle dinliyorum, hatta bana şu an bu yazıyı yazdıran da bu: bizimkilerin müziğe vermedikleri önem. müziksizlik ayrı bir kafa, ayrı bir tercih sebebidir, semih kaplanoğlu'nun ödüllü filmi bal gibi. bu gibi örnekler hariç çok az filmi / diziyi bunun dışında tutarak diyebilirim ki, biz müziği ciddiye almıyoruz. müziğin insan üstündeki etkisini, sahneyi ne kadar hatırlanabilir kıldığını, en sıradan sahneyi veya en kötü filmi dahi tutup kaldırabildiğini unutuyoruz.
kosmos çok iyiydi o açıdan, o müzikleri oyuncularının dahi bir araya getirmeyecek veya getiremeyecek olması çok yazık. reha erdem'le karşılaşsan ne sorarsın deseler, elime bir kağıt kalem alır, parça listesi yaptırırım. sonracıma, yok mu sizin de sahnelerle özdeşleştirdiğiniz şarkılar? benim için en iyi üç şudur:
1- moby - porcelain (the beach)
2- gary jules - mad world (donnie darko)
3- the verve - bittersweet symphony (cruel intentions)
konumuza dönecek olursak, ben grooveshark'a attığım yaklaşık 80 tane şarkıyı büyük bir zevkle dinlerken, öbür tarafta dizi için 'lütfen' yapılmış bir tane şarkının karşıma çıkıp durması, ana müzik olarak seçilen kal'ın bile atiye-teoman düeti olmaması bende büyük hayalkırıklığı yaratıyor. ondan sonra neymiş, varoşmuş, hermes çantaymış, mini cooper'mış, twitter'mış. mehhhh...
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder