Burada anlatmaya değmeyecek problemler yüzünden dışarıda gereğinden fazla bekler ve evde olsam da uyumayacağımı bildiğim saatlerimden yerken, çok düşünecek fırsatım oldu (çok mu düşündüm, yoksa çok fırsatım mı oldu?)
Düşündüm...
Geçenlerde tanıdığım biri öldü, 30 yaşında bir adam. Arkadaşım değildi, bir arkadaşımın arkadaşıydı ve biz sadece bir kez tanışmıştık, hatta pek gözüm de tutmamıştı (şimdi öldü diye yalan söyleyecek değilim) ama öldü yahu!
Ve benim arkadaşım çok üzüldü ve yazı yazdı arkasından -öyle bir alışkanlığı olmayan insanların yazması beni çok etkiler, nasıl yazarlarsa yazsınlar-, fotoğraflarını koydu bir yerlere boy boy, arkasına Meleklerin Sözü Var'ı iliştirerek.
Çok yapay geldiğini biliyorum bu yazdıklarımın. Ama şarkıyı dinlerken, demek ki oluyormuş diye düşündüm. Demek ki böyle bir şey var. Meleklerin arkadaşlara da sözü olabiliyor, son nefesinde elinizi tutmasını beklediğiniz insan illa bir karşı cins veya illa bir aşk olmayabiliyor, ya da tutku olmayabiliyor diyelim; çünkü bir güle aşık olunduğu gibi evlada da, arkadaşa da aşık olunuyor ama başka bir biçimde. Bu fotoğraf klibini izlerken bir arkadaşımı anladım (ve o bir daha kesinlikle dalga konusu olmayacak benim için); bir arkadaşımın da beni hiç anlamadığını fark ettim.
Düşündüm...
İnsanları hep onlar için bir şey -ama alabildiğine önemsiz bir şey- yapmayacak mesafede tutma halini,
İlla'nın sözlerini yazan adam kadar yüce gönüllü olmadığımı,
Haftasonu Amasra'ya, anneme söz verdiğim gibi cuma iş çıkışında basıp gitmeyi,
Yalnız dönüşümün ne berbat bir yolculuk olacağını,
Neden korktuğumu, neyden korktuğumu,
Sorgulamamam gerektiğini... Burda güldüm kendime, işte bunu yapamayacağım kesin gibiydi.
Eksik olduğumu sandım, kıskanç -ama çok kıskanç- olduğumu düşündüm (yine).
Bunları konuşamadığım için düşündüğümü düşündüm. Konuşamadığım için ne çok yazdığımı... Ağzımdan çıkanın da kırk yılda bir, dişimin kovuğuna gitmediğini. Bir tek yazı yazmak isteyip, onlarca yazımla istediğimi anlatamayacak kadar beceriksiz olduğumu. İçimden artık hiçbir ışık çıkmadığını.
Lakin, sevip de kaybetmek hiç sevmemiş olmaya yeğdir ya,
ışığı görüp kaybetmek de hiç görmemiş olmaya yeğdir.
Değil midir?
Yoksa doğuştan kör olmayı mı tercih ederdiniz ne kaçırdığınızı bilmemek adına?
Arkadaşım olsaydı ve arkadaşı ölmeseydi, arar 23:40'ta bunları anlatır mıydı acaba, dedim kendi kendime. Anlatırdı gibi geldi.
Ben anlatamadım; dilenmedim illa, dilenmedim, sevdim.
(30 Mayıs 2010, Sabiha Gökçen Havalimanı)
2 yazmadan duramayan var!:
Başlığı görür görmez "hah dedim, komik bir yazı geliyor" Peşinen Atfettiğimiz hükümler sebebi ile de yanılıyoruz yine.
Havaalanına gitmek için değil karsılamak için dahi gitmiş olsan da buram buram bir terkediş yazısı. Hem o otuz yaşındaki bir kez karşılaşılan adam gibi, hem de hiç yaşayamacaklarını terk etme hissi. Ben daha geçende çok değil yaklasık 3 gun önce "denemeye değer" diye bir cümle kurdum. Bildiğim en absürd iskambil kulesinden sanki yıkılmayacaktı. Varsın yıkılsın ne olacak. Kaynamadan dem olmuyor zira.
"kaynamadan dem olmuyor" cok basarili!
dramda daha iyiyim, komedi oynamak daha cetrefilli. bissuru yuz kasi oynatiyosun, goz alti kirisikliklarin oluyor falan... zor isler bunlar.
terk edis mi, hic dusunmemistim ama belki de oyle. surekli terk edip geri donme halindeyim, isin garibi kimse fark etmiyor bunu. kendi icimde gidip gidip geliyorum, ya da gidip gelip geliyorum.
denemeye deger, denenecek bir sey varsa eger.
Yorum Gönder