Dün havalimanından eve doğru yola çıktım, pencereleri kapatıp sesi sonuna kadar açtım, ben solo girişleri dinleyemem çok uzayınca ama ne güzeldi o öyle, sonra üretmeliyim- üretmeliyim-üretmeliyim, basbas bağırırken huzur doldum.
Üretmeliyim, evet, beynim zonkluyor.
Bir sahne geldi gözümün önüne. Beni aramadan gel istedim ("ben hep evdeyim" Firuze gibi), ben sana kapıyı açayım, dönüp oturayım sonra. Birbirimizden başka hiçbir şeyle ilgilenmeden, birbirimizle de ilgilenmeyelim istedim. Sen kendini koltuğa atarken kravatını gevşet, yakanı çöz (bu illa ki olsun ama çünkü tüm sahne zaten bu kravatla gelişti; belli bir kravat olmasına gerek yok, ciddi bir şey olsun yeter) Çıkarma kravatını. Televizyonda bir şey dönsün, böyle benim arada baktığım bir şey, ama sen benim şarkılarımsın çalsın arkada, sen bana anlat istedim -çok kısa- nedir derdin, neyi sıkıntı edindin kendine yine... Anlattıkça rahatla, anlattıkça ben anlayayım istedim. Ben anlayayım diye ve sanki başka kimse anlayamazmış gibi anlat. Ve ben bir şey demeyeyim istedim.
Uyu orda, üstünü örteyim istedim. Gidip yatayım ben de vaktim gelince. Sen hiçbir şey demeden gelip yerine yat sonra. Yanıma. Daha huzurlu bir yer bulama çünkü evin içinde,
şehrin içinde,
kainatın içinde.
Huzur veren bir insan olmak istedim.
Belki bundan sonraki tut(un)tuğum dilek bu olur.
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder