Haziran'da düzenlenen bu tekne akşamlarından birine gittim, birinden haberim olmadı, birinde bir arkadaşımla bozuktum ve "ya o ya ben" durumlarında mutlak surette seçilmeyecek olan insandım da ondan sanıyorum, haberim olmadı. Dördüncüye kısmetmiş.
4 rakamını oldum olası sevmişimdir.
***
Boğaz'ı çok seviyorum. Karşı kıyısı, karşı kıyıdaki ışıkları görünen yerleri çok sevdiğim için herhalde. Sanki hepimizin çocukluğu Orange County'de geçmişçesine rahatça sorulan "Okyanus mu seversiniz, yoksa göl mü?" tarzı kişilik envanteri sorularına hep "göl" diye cevap veririm, sonuç da hep "demek ki güvenlik arayışında bir bireysiniz" çıkar. Ne alakası var, halbuki ben karşı kıyıya bakmayı seviyorum sadece. Ufuk çizgisi beni derin düşüncelere itmiyor.
Karadeniz'i de deniz olarak çok sevmekle beraber, Amasra'yı neden İstanbul'a değişmediğimin yanıtıdır bu.
"David olsa ne atardı" CDsi çalarken arka planda, uzun uzun baktım etrafa tekneden; havaya baktım, yalılara, Ortaköy'e (iki gün sonra eve dönecektik!), köprülere ki özellikle altından geçerken dilek tutayım diye, kaçırmadım, köprü altından geçene kadar 40 kere söyleyebileceğim bir şey tuttum. Hem köprü altından geçiyorum, hem de yeteri kadar tekrarlıyorum; benim ufak sayısalcı beynim garantilemiş olmalı gerçekleşeceğini. Unuttum, in vivo izole lab ortamıyla aynı sonucu vermez ki çoğunlukla. Görmezden geldim; ben yeterince okumadım ki, alt tarafı lisans diplomam var benim.
Fotoğraf için Özgür'e teşekkürler.
Dört yıl öncesinden bu yana ne değişti? Biz büyüdük ve kirlendi dünya, benim artık tekneye 'tabi ki' gelmeyecek bir sevgilim yok, aynı şirketteyim ama daha çok kazanıyorum, ilk o teknede gördüğüm Ali Can'ın neden bu tekneye gelmediğini soracak kadar değişmiş ilişkilerim, o zaman hiç tanımadığım Sam'in bana "gel bak sensiz olmaz" diyeceği kadar da... O teknede hayattaki duruşları hakkında net fikirlere sahip olduğum kızlar vardı, bu teknede yoktu. Kız yoktu değil, artık net fikirlerim yok. Biz büyüdük ve flulaştı dünya ("siyah ya da beyaz vardır, gri yoktur" diyenlere inat; grinin bile tonları vardır oysa).
Hiç "ben de ben de" diye tutturan biri olmadım, tutturmamanın zararını gördüysem de fark etmedim ama benim aldığım bir övgü oldu hep, özellikle etrafındaki şımarık veletlerden bezen annemden: Hep çok ağırbaşlıydım. Bunun bana yan etkisi, ısrarcı olamamak oldu. Karşı taraf bilirdir, ne yapayımdır. Bir yerde olmak istediğimde bir söylüyor, iki söylüyor ve aradığım tepkiyi alamıyorsam, beklediğim sözler bunlar değilse, bırakıyorum. Kırılanı sonra kendim yapıştırıyorum, birileri elinden geldiği kadar yardım ediyor veya öyle kalıyor işte, giderek daha küçük parçalara bölünüyor. Yeterince küçük parçalara bölündüğünde, hiç romantik bir teşbih olmayacak ama, artık acıtmıyor ve böbrek taşı gibi atılıyor, haksız mıyım?
Şimdi benim hissiyatım, Daltonlar'ın eğe ile hapishane demirlerini kesmeye çalışması veya kaşıkla tünel kazmaları gibi... Veya, hani karşındaki insana saldırmaya çalışırsın delicesine de o senin alnına elini dayayıp tutar ya, istediğin kadar uğraş vuramazsın ya, çizgifilmlerde çok olur bu... Öyle gibi/değil gibi; belki değil, ama ben öyle hissediyorum ve ne diyecektik artık?
"Demek ki böyle."
Burası benim evim değilmiş meğersem.
***
Erce'yi aldık yoldan. Yoldan dediğim, ikinci köprüyü de geçtikten sonra, yani benim "Allah'ın Dağı" sınırlarıma düşen bir yerde Aija diye bir mekandan aldık Erce'yi, sırf onun için bir teknenin düğün alanına yanaşması muhtemelen oradaki insanların hayatları boyunca yapmadıkları ve kendi başlarına da gelmemiş ve gelmeyecek bir olaydı.
"Ödül almayı mı vermeyi mi tercih edersiniz?" diye sorar Erce, vaktiyle yakışıklı bir ünlüye ödül vermiş olduğunun altını çizerek :) Hep "almayı" derim, yine alan taraf olmak daha çok keyif verdi bana. Hobareeey diye alkış ve tezahüratlarımız arasında Erce'nin de utanmış gibi bize şşşt! yapması çok komikti, oysa ki bunu da uzun süre hatırlayacağını biliyorum.
Takı töreninin ortasındaki gelin de uzaktan bir selam çaktı bize. Tanımıyorum ama, mutlu olsunlar bir ömür boyu.
***
Tekneden birkaç saat önce Askı kanjimle eve giderken İstanbul Genetik Grubu denen bir yerin önünden geçtik. "Aa biz" dedik, "işte biz dördümüz, genetik grubu dediğin, bu kadar işte". Ne acayip, eskisi gibi görüşemiyoruz diye Aslı'ya çemkirmemiz sıklıkla. Oysa ki teknede otururken -bittabi fotoğraftaki sırayla- içime dolan huzur ve mutluluk yerini kalktıktan çok kısa sürede başka bir hisse bırakıyor. İçimde üzgün ama üzgün olmanın dışında kötü bir his var bizimle ilgili. 40 yıl sonra görücez, umarım haksız çıkarım.
O kadar sahipleniciyim ki, eğer bir erkek olsaydım eminim kız arkadaşım çok mutlu olurdu.
***
Herkesin çift olduğu veya olabileceği, sevgili veya serious other olarak değil, ikinin biri olabileceği bir teknedeydik.
"Biz lisedeyken" diye bir cümleye başladı Martı, "sizin lise neresi?" dedim, "İstanbul Erkek" dedi. Şefkat gösteresim gelen insanların çoğunluğunun aynı dört duvardan çıkmış olması beni birazcık korkutuyor. Artık dışardan görünebilir şekilde korkutuyor ki "anlat" dedi çocuk :) Valla, dedim, kendi lisemden sonra en çok İELli tanıyorum ben, eski erkek arkadaşım da İELliydi, birçok şekilde çok uğraştım bu adamlarla.
Yaşadıklarıma dayanarak yaptığım saptamalara önyargı demek doğru olmaz aslında, "yargılarımı yıkan", bilindik İEL halinden daha 'fiziksel' gruplara alışkın adamlar tanımak güzel.
***
Dört yıl öncesinden bu yana ne değişmedi? (Ya da ne "geri değişti?") İşte şu adam:
Keşke teknede olsaydı, dedim.
***
Bir ara, uyumaya karar verdik teknede aniden, hepimiz birden gözlerimizi kapadık. Böyle kararlarla değil de, kimseuyumazkenuyurkişi olduğumdan gözümü açtım aniden. Çok içmiştim ama yakaladığım bakışı unutacak kadar değil.
Hiçbir fotoğrafın, şarkının, yazının anlatamayacağı bir bakıştı yakaladığım. Hiçbir şey söylemeyen ama çok şey söyleyen, kesintisiz bir bakış. Ben insanlara uzun süre bakamam oysa ki.Bunu yazarak anlatabildiğim gün gurur duyacağım kendimle. Daha önce değil.
(04 Haziran 2010 ~ ... ~ 18 Haziran 2010, hep İstanbul)
Not: Sinan bana kızar şimdi: Merak etme Sinancım, sen de o adamlardan birisin :)
3 yazmadan duramayan var!:
"O kadar sahipleniciyim ki, eğer bir erkek olsaydım eminim kız arkadaşım çok mutlu olurdu."
bu cümleyi senden beklemezdim bellatrix hayal kırıklığına uğrattın beni :) sahiplenmek mi önemli olan?
-şahin
görünen o ki, öyle.
sahiplenmeye ihtiyaç duyulmamasının ekmeğini yiyemedik biz, bizim buralarda.
Bebek iskelesinde Duman'dan Eski Köprünün Altında söyleyen sarhoş bir kitle de vardı ehehe
Yorum Gönder