Hayatın normal akışına dönmesine iki gün kaldı. Bugün ilk defa plazadan içeri girerken hafiften sekerek yürüdüm bilinçsizce.
(Allaam bi gün iş değiştirecek olursam lütfen ofisi plazada olmasın, amin.)
Çarşamba günü sevgili Koç burçlarının kahvaltısı için Ortaköy'deydik, yeni ofisi de gezdik. "Karanlık burası da böyle işte..."lere "olsun en azından cam açılıyor" diye, "forklift gürültüsü var burda sürekli"lere "olsun kulaklık takarız, zaten hep müzik çalıyoruz ki" diye cevap verdim. En son ne zaman bu kadar iyimser olduğumu hatırlamıyorum :)
Belgin'le karşılaştım -ki kendisi bana vaktiyle hiç beklemediğim bir anda iltifat etmiş güzeller güzeli bir kadındır-, "tanıyamadım, yine çok hoşsun" dedi. Güldüm. "Pazartesi geliyoruz" dedim, sevindi, gerçekten ("eve dönüyorsunuz"). Bir insanın gerçekten sevindiğini ve sizin adınıza sevindiğini görmek; sizle birebir bir işi olmasa dahi hayatlarına renk kattığınızı hissetmek güzel, bunun dile getirilmesi paha biçilemez.
Bir sürü insan gördüm kahvaltıda, sonra Pelin'i gördüm, Levent'i gördüm ("o kadar ısrar ettiniz, bi yemeğe gelemeden siz geri geliyorsunuz"), Osman'ı gördüm ("konfetileri hazırladık, bekliyoruz")... Başka bir şey söylendi mi? Yok, bu kadar.
Ofise döndüm; Onurlu aradı, onunla da bir miktar eve dönüş, biraz da oee geyiği yaptık; evet bilgisayara ve excele gömülmüş, normalin aksine suskun hayatında işteki tek arkadaşı bendim ve geri dönüyordum. Gerçi nispeten o tayfanın izin verdiği kadarıyla filan görüşmemiz sözkonusuydu ama olsundu.
Bugün son gün, hiç özlemeyeceğim bu ofisten elimde yine aynı renkli kalem, sürahi, decision maker (o olmazsa olmaz), kurutulmuş begonvillerle dolu vazom ve bilimum kıvırzıvır dolu kutuyla çıkacak; indirdiğim şalteri kaldırıp ışıl ışıl başlayacağım pazartesi gününe. Evet.
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder