... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

Benim ne işim var ulan Çamlıca'da?!

İnsanın aklı evindeyken kalkıp bir kınaya gitmesinden daha rezil bir durum varsa o da 1,5 saat trafik çekip tiksindiği bir yere gitmesidir.

İstanbul'un bildiğim yerleri içinde en sevmediğim yer Ümraniye, ardından da Çamlıca'dır muhtemelen ve ben bu sevmediğim ikinci yere gitmek için balataları yaktım. En azından arabadan gelen koku onu gösteriyor. Daha ölmedik neyse, araba da ayakta, ördek de.

Çok muhalif ve müşkülpesent biriyim, farkındayım, ama vallahi laf sokmak için yapmıyorum yahu: Bu kına nanesi, ne işe yarıyor?

Ben size ortamı anlatayım, sonra siz bana cevap verin.

Mekan, eşzamanlı olarak her katında kına veya benzeri bir aktivitenin olduğu ve eminim üst katından şahane bir manzaraya nail olunan bir restoran. İçeri girince ilk gördüğünüz şey bir sahne, yanında da bir mescit. Mescidi orta yerde gördükten sonra bırakın kınayı, düğünde bile alkol alma ihtimalimizi bir daha gözden geçirdim ve pek olumlu bir sonuç çıkmadı. İyi haber: Yine araba kullanıyor olacağım (ben içmiyorsam kimse içmesin kafası).

Gelin, kapıdan giren herkesi -ki bir kısmını kendisi de tanımıyor- öpmek zorunda. Bu sıcakta!

Bundan sonrasını sıralı-bağlı cümlelerle özetleyeyim: "hanım hanıma" olunduğundan nişanda kapalı gördüğümüz aile büyüklerinin saçlarını görme fırsatı elde ediliyor falan; bizim Mezunlar Günü'nde rastladığımız, Zeynep'in tabiriyle "kendi oğlunun sünnetine gider gibi giyinmiş" birtakım insanlar burada da mevcut (allahtan A5 kağıt eninde topuklularımı giymişim); bi kız var 91li miymiş neymiş benden 5 yaş büyük gösteriyor - aman yarabbi!; bir kız var maksimum 12 yaşında ama saçını 47 yaşında gibi yaptırmış - bir daha aman yarabbi!; meyve suyu kurupasta, kuru kına, altın yaldızlı poşetlerde çerez, bindallı filan her şey tam bir geleneksellik silsilesi içinde gerçekleşiyor, kimsenin eline koluna kına yaktırmaması hariç tabi.

Bir mekanda kimse kına yaktırmıyor ve Demet Akalın çalıyorsa orası Taksim'de ikinci sınıf bir bardır ve benim bildiğim, Taksim'deki ikinci sınıf barlarda kına geceleri düzenlenmez.

Başta sorduğum soruya cevabınız varsa alayım, ben devam ediyorum zira...

Maksat dıdısının dıdısı yaşlı teyzeler otururken gençler dans etsin ise, o zaman biz arkadaşlarla beraber gider Mono'ya dans ederiz, ne ki? Ya da olay damat halayıysa gelin güney meydana yapalım, yayla gibi yer. İki el çırpılacak alt tarafı.

Bu kadar gösteriye, iki ayrı elbiseye (çünkü başta giyilen elbise bindallının içine olmayacağı için elbise değiştirmek lazım tabh), havasızlığa, Çamlıca'da restoranı bulma çalışmalarına, trafiğe katlanmaya, düğün veya evliliğin kendisi başlı başına bir masraf kapısıyken harcanan onca paraya ne gerek var? Ben modern bozuntusuyum da ondan burun kıvırıyorum sanılmasın. Arkadaş, yapın roman havasında bi düğün gerçekten sokakta şöyle Keşan'da filan, rakılı makılı, bakın nasıl oynuyorum.

Ama onu beğenmezler, dimi, ay ne banaaaldir o.

Her şey yoz memleketimde, ah benim kafası karışmış yurdum insanım... Gidiyorsun, aynı masada oturacağın fuşya türbanlı kadıncık, yanındaki arkadaşına askılı elbise giymiş diye "bu da bu kıyafetle nereye gelmiş ki?" diyor ikinizin de duyabileceği biçimde ve senin hiiiçbir şey demeden oturman bekleniyor sonra o ağzını aça aça güler ve Rihanna gibi kıvırırken pistte; kına sahiplerinin sahipleri dışarıda selamlık şeklinde oturuyor ve sen dışarı hava almaya çıktığında o tarafa bakmıyorsun, bakmaman bekleniyor; hatta neden dışarı çıkıyorsun ki zaten?

Yazarken kızdırdım kendimi. Dün bu kadar sinirlenmemiştim oysa ki. Dışarıdan bakınca restorandaki durumun vehameti gözler önüne seriliyor sanırım. MinyaTürkiye.

Ha, bi de tüm bunlar olurken, içeride bir sirtaki müziği başlıyor; müstakbel gelin işaret ediyor bana gel gel diye... Yok, bi de tek başıma sirtaki yapacaktım!

Kına neden yapılır?

Ben kendisini bildim bileli evlenecek olan bu arkadaşın, bet seslerimizle söylediğimiz iki yüksek yüksek tepeye, bi kınayı getir anneye ağlayacağını sanmak için mi?

Gülünecek bir şey söyledim, bence hep beraber gülelim.

(24 Haziran 2010)


Bu yazıdaki hiçbir yer değilse, burası çok ciddi:
Cumartesi akşamı haziran gelinimizin üstüne yağmur yağmasın.
Güzel bir gece olsun, beklediğine değsin... Çok isteyince de olsun, Wristcutters'ı haksız çıkarsın.
Bu aralar dileğim bu.

0 yazmadan duramayan var!:

Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!