Geçenlerde kuzenle kendimizi, hiç dışarıda beraber takılmadığımızı fark ederek Taksim'e attık iş çıkışı.
Kirvem'e gittik. Kuzen benim hiç yemediğim bi uykuluktan bahseder dururdu hep, işte onu çok iyi yapan bir yermiş Kirvem. Bi küçük söyledik, şalgam şöyle az acılı; mezeler etler kadar güzel olmadığından (Bakar usülü) mütevazi davranıp beyaz peynir, kavun söyledik. Sonra közlenmiş soğanlarımız geldi, daha ne olsun.
"Mezeler nasıl?" dedi bir süredir tabaklarımıza bakmakta olan turistler. Doğruyu söyledik, onlar da etle ilgilenmemiş olacaklar ki teşekkür edip uzaklaştılar. Gavur aklı işte dedik, dokusu döner yağına, tadı böbreğe benzeyen uykuluğumuzu yerken.
Bir küçük konuştuk hayhuy içinde konuşmadığımız şeylerden; sevgiliden, arkadaştan; tatminler ve beklentilerden, işten ve iş arayışından, tatilden ve tatil plansızlıklarından, müzikten ve yazıdan bahsettik. Sırayla.
Taksim'de yürürken, Taksim'e de uzun zamandır kuzenle gelmemiş olduğumuzu fark ettik; çünkü kuzen Taksim'de okuduğu ve sabahladığı ve akşamladığı iki yıl boyunca Taksim'den nefret etme boyutuna gelmişti. Oysa ki İstanbul'a teyzesine gelen biriyken çıkmak istemezdi Taksim'den.
"Tespit!" diye uyardım kuzeni, vodafone reklamlarının "Kırmızı!" nidasıyla: Taksim'e bunca aşık bir adamın içinde yaşamaya başlayınca oradan nefret etmesi, hobisini işe çeviren adamın boş zamanlarında dahi eski uğraşının adını duymak istemeyecek hale gelmesiyle aynıdır, dedim.
Taksim'de yürürken, Taksim'e uzun zamandır cadde çok sakinken gelmediğimi fark ettim. Haftaiçi saat 8'de veya pazar gecesi 3'te örneğin... Fransız Kültür'e gittiğim, hazırlığımın dondurulmuş dönemi boyunca İstiklal'in çok sakin bir kısmını görebilmiştim. Hollanda Konsolosluğu'na giderken o sakinlikte yürümüştüm bir de; vize başvurusu yapacak olmamın gerginliğini, hafiften sekerek ilerlerken kemirdiğim simit almıştı.
Boynuma doladığım uzun atkının yürüdükçe uşuştuğu havaları hep sevmişimdir. Uçuşmalar hoşuma gider, biraz da o yüzden yaptırdım permayı.
Taksim'in boş hali deyince de güzel bir Asmalı Konak sahnesi gelir aklıma, sabahın çok erken saatinde, çok güzel bir havada İstiklal'de dolaşan iki sevgili, kafalar boş, huzur, mutluluk; arkada "we'd live the life we choose / we'd fight and never lose / those were the days, oh yes those were the days" çalıyor... Eski dizilerin tadı artık yok azizim.
Şimdi gene her halini seviyoruz ya Taksim'in ama yavaş yavaş da büyüyoruz ya; gün gelecek sadece sakin halini seveceğiz buranın, değil mi? Bakalım ne zaman gelecek o gün...
(Haziran 2010)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder