Gitme kararı vermek ile gitmek arasında koca bir üşengeçlik duruyor. Bana kıdem aldırır bu üşengeçlik; yıllar sürebilir benim aramam, bulmam, kendimi satmam, ayarlamam, gitmem... Hiç olmayabilir de. Soğuyabilirim de bu fikirden yarın, öbür gün.
Ama "gidicem galiba ben" lafı bu sabah çıktı ağzımdan ilk kez. İlk metus duydu, tarihi dedim bi yere yaz. Şimdi de ilan ediyorum işte. İçimde tutamadım, büyük geldi.
Bu fikir bir gün gerçek olsa da olmasa da, yıllardır "Türkiye'de yaşamak istiyorum ben" diyen, Ortaköy'den Esentepe'ye taşınırken direnen birinin bir sabah kalktığında, görünürde mutluyken, yalnızken ve evde istediği gibi dolaşırken, daha gece odasını toparlamışken ve bu güzel havada giydiği iç açıcı kıyafete küpe seçmeye çalışırken birden "gidicem" demesi garip değil mi?
Bunun garip olup olmadığını sorgulayan ben, sadece ben I as I and not as we gibi; beni tutan bir şey olup olmadığını sorgulamakla aynı şeyi yapıyorum, insanın mutlu olup olmadığını sorgulaması gibi yapılmaması gereken bir şeyi. Tutacak olan tutar zaten. Ben tükenmiş ama daha çok tüketmiş hissediyorum oysa ki.
Ne kadar çabuk pes ettim.
(Ama artık her şey ve herkes benden kaçıyor gibi geliyor, ben neden kaçmayayım ki?)
İçimden bir his, bu olacak, diyor. Kıpırdanıyor. Bir dinginlikle karışık heyecan var içimde; birazdan lunaparktaki o çok korktuğum oyuncağa binecekmişim gibi gururlu ama hafif tırsmış... Anlatabildim mi, bilmiyorum.
*
Anlatabiliyor muyum, onu hiç bilmiyorum.
(28 Haziran 2010, Maçka)
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder