23 Nisan'ı olabildiğince yatay pozisyonda geçirdikten sonra, İzlanda'daki volkanın azizliğine uğradığı için İngiltere'ye dönemeyen Cem'le konuştuk. "Bana gel istersen" lafını söylediğime hiç bu kadar mutlu olmamış olabilirim. Akşamın bir saati olduğu için artık evden çıkamayacağım ve eve kimseyi çağıramayacağım günlere paydos! (Bunun için daha uzunca bir süre şükran dolu olacağım) Cem geldi, uzun uzun sarıldık kapıda eskisi gibi. Ardından Ezgi geldi, Şahin ve Cihan da ve biz, Vec de bende olmasına rağmen liseyi yad etme kafasını yaşadık uzunca bir süreden sonra; bu arada soul kitchen, moonwalker, finding nemo ve ağır roman'dan oluşan, hangi sırayla dizersen diz saçma olacak bir dizi filmi de arkaplanda döndürdük. Ben kalkın demedim, onlar da gitmediler; saat 5 olduğunda artık hepimizin uyuması lazımdı.
12'de Vec ile kalkıp kahvaltı ettik, Sex and the City'ye sardık ve sardırdık biraz; sonra Cem kalktı, geldi yanağıma bir öpücük kondurdu. O an, bu yazıyı yazmaya karar verdim, aha belgeliyorum:
Bu yazı, içeride uyumakta olduğunu bildiğin dostunun sabah kalkıp, gelip yanağına bir öpücük kondurması üzerine yazılmıştır.
Bazı insanlarla araya giren mesafeler, başka insanlar, işler yüzünden görüşemediğime kahroluyorum. Daha önce de dedim ya, beni çok iyi anlayacağına emin olduğum bir adamdır Cem öyle çok sık görüşmememize rağmen ama yine de, telefonda dakikalarda karşılıklı susabildiğimiz tek adam olmasıdır onu inanılmaz değerli yapan. Normal şartlar altında, sustuğumda ya o an daha önemli olan bir iş girer araya, ya da "hadi kapat" der karşı taraf. Normal şartlar altında böyle olur.
İnsanların ortaokul-lise arkadaşlıklarının farklı olduğuna inanma sebebi, 7 yıl beraber okuyup birbirinin evrimini görmenin, normal şartlar dışında davranmaya izin vermesidir. Çünkü bu adamlara tek olurcasına sarılırsınız, koluna girersiniz, çok özlediyseniz sokakta yürürken öpüverirsiniz, otururken elini tutarsınız ve sizi bilen kimse bunu yadırgamaz (bilmeyenler de sevgili olduğunuzu sanarak yadırgamaz). Bu noktaya, hayatınıza sonradan giren insanlarla gelmek imkansız değil ama daha zordur.
Ayrılamadık dün, herkes bir süre günlük işlerine baktıktan sonra akşam buluşmak üzere sözleştik: MiniMüzikhol'de DearHead çıkıyormuş (Vec öve öve bitirememişti). Gecenin bir yarısı, insanlar eve dönme hamburgerlerini yerken biz Kızılkayalar'da aç karnına içilmez hamburgerlerimizi yemekteydik. Mekana girdik, birer içki aldık. Bu mekanlara girer girmez ortadaki pist (veya oradaki halı) üzerinde dans etmeye başlayan kafaya bazen özeniyorum :) Pandaloop'tan sonra tıklım tıklım oldu ortalık, herkes coştukça coştu. Ben en çok crystalized'ın remixi çaldıktan sonra mekanı terk etmek istedim, geceyi zirvede bırakmak için.
So don't think that I'm pushing you away
When you're the one that I've kept closest
Aynı anda da bir karar verdim: Başımın tepesinde Demokles'in kılıcı gibi asılı duran kuklamın hatırına, bu şarkıyı Özgür'e armağan edecek ve onu değilse de kendimi biraz öteye ittirecektim. İğneyi kendine, demişler; biraz da kendime bakmam gerektiğini ve kendimle kalmam gerektiğini fark ettim. En güzel günüm gecem olmuyorsa ve hep azıcık eksiksem, o zaman şarkıyı yanlış kişiye ithaf etmiş olabilirim.
Benim acelem yok. Sakin zamanlar lazım bana ve sakin derken, evde oturmaktan bahsetmiyorum. Hatta tam tersi!
Dün de, biyolojik saatlerimiz önceki gece 5'te kaldığından aynı saatlerde bazal metabolizmaya geçmemiz gerekti, eve bırakıldım ve pazar öğlene kadar muazzam bir uyku uyudum ve ta-da! Karşınızdayım.
Gezi dergisi yazarları veya Yavuz Donat gibi şunu yaptım, bunu ettim diye yazdığımın farkındayım amma velakin, yazmam lazım sevgili blog; ne paylaştığımı anlatmazsam kimi neden sevdiğimi, neden tespit kafalarına girdiğimi nasıl açıklayabilirim?
Bu yazıdan bir şey alacaksanız o da şu olsun: Bulursanız DearHead dinleyiniz.
(Eksen'deki şarkıyı da bulamadık ama yine de minnettarım.)
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder