Dört yıla yakın zamandır görüşmediğim Özgür için
Bir Haziran gecesi, 2003 olduğu kesin, ayın 17'si olduğu muğlak; The Marmara'daki balodan çıkmışız, süslü püslü kıyafetlerimizin üstüne geçirdiğimiz kot ceketlerle kendimizi çok daha iyi hissediyoruz artık; ah bir de ayakkabıları değiştirebilseydik!
7 yılını beraber geçiren adamlar olarak keşke baloyu okulda veya eşit derecede samimi bir yerde yapsaydık diye düşünmüşümdür. Kıyafet, pasta, kavalye gerginliği olmadan inanılmaz eğlenirdik. Genişiz zaten daha da genişlemiyoruz; aynı ortama konduğunda en çok eğlenecek şekilde kendiliğinden gruplaşacak insanları kalıba sokmanın ne alemi var?
Taksim'de ne yaptık, pek hatırlamıyorum. Bir kısmımız Hande Yener'e gitti balo sonrası eğlencesine. Demek balo sonrası eğlenceler o zamandan başlamıştı... Hande Yener çirkindi, insan bir balon dinlemek için 60 lira verip gitmezdi, hem ben hep muhabbete dönerdim yüzümü, o yüzden biz kalkıp Şahin'ime gittik. Kaç kişiydik, 7? 8?
"İçki istiyorum ben" dedim. "İçelim madem, 10 yıllık arkadaşımın evinde kalacağım ilk kez, kendi evimin balkonuna bakıyor bile olsa bir erkeğin evinde, bir sürü başka arkadaşımla birlikte ilk kez kalıyorum" (18 yaşının sabahında değil, böyle gecelerde rüştün ispat edildiği zamanlardı). O zamanlar içki içmeyen Özgür'ü yanımda sürükledim, düştük yollara. Nişantaşı'nda içki arıyoruz, yok, yok oğlu yok! Saat 12 belki, öyle inanılmaz bir saat değil ama açık bir allahın kulu tekel bayi yok koca Nişantaşı'nda. Teşvikiye Café'den Osmanbey'e kadar gittik; Beşiktaş'a inmemiz gerektiği bilgisini alınca kaderimize razı olup vazgeçtik. Valikonağı'ndan okula, oradan arkadaşın evine doğru yürümeler... Ben artık fenalaşmak üzereydim; bir daha asla giymediğim sandaletlerimi elime aldım, Nişantaşı'nda siyah straplez elbisem ve maşalı saçlarımla, üstünde baloyla hiç mi hiç ilgisi olmayan bir kıyafet giymiş Özgür'ün koluna girip (o daha ziyade trekkinge gider gibi giyinmişti; olayı buydu) yalınayak yürüdüm caddede. Sarhoş değildim hayır, sadece artık yürüyemeyecektim ve Özgür'ün beni taşıma ihtimali yoktu. Durumu kendime normal göstermek için veya insanların bizi sarhoş sanması için olacak; bir şarkı mırıldanmaya başladım, "You don't remember me, but I remember you..."
Özgür devam etti, "It was not so long ago, you broke my heart in two..."
Bozulmayacak nadir anlardandı; "Tears on my pillow, pain in my heart caused by you." Gülüştük. Böyle şeyler sadece filmlerde olur sanıyorsunuz ama ben bunu yaşadım. Sonra da Şahin'ime gidip tüm gece karpuz ve bisküvi yedik, çay içtik. Hiçbir şey olmamış gibi veya 7 yılımız geçmiş gibi.
Hayatınızın 7 yılında iç içe geçtiklerinizi nasıl göz ardı edebilirsiniz?
(29 Ekim ~ 08 Kasım 2010, İstanbul)
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder