Tüm Metrocity'de elektrik kesildiğinde ve jeneratör de devreden çıktığında, yani Starbucks geçici olarak etkisiz hale geldiğinde, yapılmış son kahve benim elimdeydi. Feribota giren son araba olmak gibiydi, Bozcaada'dan dönerken saat 15:03'te Eceabat iskelesine varıp "kalktı mı, kalktı mı?" dediğimizde "sizi bekliyor" dedikleri feribota girer girmez hareket etmiştik ya hani... Sanki özellikle 3 dakika rötar yapmış gibiydi, biz arayıp "abi yoldayız, feribotu tutun" demişiz gibi...
Ya da, son üç aydır hesabımdan otomatik olarak çekilmeye devam ettiğini tesadüfen fark ettiğim eski şirket hattı faturalarının geri yatırılacak olması gibi. Yıkadığım kotun cebinden yüzlerce lira döküldü bildiğin.
Tersine Murphy.
Onun dışında da bir gariplik, bir heyecansızlık. Boşvermişlik. Yorgunluk. Uyuyakalmaya çalışma hali. Uyusam da yine yorgunluk.
Yarın yeni evimizi tutacağız. Ev güzel gibi. Tekrar ev taşımak istemiyoruz ama, mecburuz servis penceremizi bırakmaya. Duvardaki güzelim sticker'ımızı da. Ev sahibinin Almanya'dan oğlu geliyormuş gibi düşünün. Ama evi de oğlunun üzerine yapıyormuş ve bunun için de bir kuzene bir bana ezikleniyormuş gibi düşünün. Hah. Yatırmayacağız işte kiranı adam, boşuna bekleme.
Ev sahiplerinden hazzetmiyorum. Ev alırken bir miktar çirkeflik de geliyor gibi tapuyla beraber, acil durumlarda kullanılmak üzere. En sağduyulu görünen ev sahibi bile, 12 yıl oturduğun evden çıktıktan günler sonra arayıp "ama siz bu eve çok çivi çakmışsınız?" diyebiliyor. Anneme dedi. Ya naapacaktık yarraam, 12 yıl oturmuşuz biz o evde; istersen depozitodan kes, çivi başına 10 lira iyi mi?
Ev taşıyacak olmanın, ne bileyim, bilinmezliğin yorgunluğu diğerlerini su yüzüne çıkardı sanki. Elimde bir spor çantası, bir bilgisayar çantası, omuz çantam, bir torba, altı şişe şarap içeren bir kutu ve dört tane de bireysel şarap varken ertesigünişolanbirgeceyarısı, kapıda anahtarımı bulmaya çalışma anı nasıl beni dokunsalar ağlayacak hale getiriyorsa öyle işte. O an çok büyük bir yalnızlıktır, bilen bilir.
Aslında sadece eve dönmek istiyor ama kendimi illa ki başka yerlerde buluyorum. Başkaları için bir şeyler yaparken. Aslında kapatıp panjurları, kendimden başka bir şey düşünesim yok ama biliyorum öyle yaparsam da kafayı yiyeceğimi. Yalnız kalmak istemiyorum ama konuşasım da yok. Bak, konuşmuyorum şimdi. Canım istemiyor, ne anlatacağım? Sanki somut bir sıkıntı gerekiyor anlatmak için, gerisi boşa can sıkıntısı, gibi değil mi? İnsan yorgunlukları benimki, ciddi bir şey değil, ilaçla 7 gün, ilaçsız bir hafta. İyisi mi ben konuşmayayım da insanlar anlasınlar ve hatta yanıt versinler, eğer o insanlar varsa.
Oysa çok heyecanlı olmam lazımdı başıma açtığım yeni mecralarla. Şu an fıldır fıldır dolaşıp yeni karpuzlarıma koltuk arıyor olmam lazımdı. İstemiyorum ama. Gün içinde aklıma gelenlerin başına oturmak geçmiyor içimden geceleri. Ben fıldıracağıma Murphy fıldırıyor; antin kuntin şeyler için bana kendimi çok ayrıcalıklı hissettirip sonra veriyor aduuketi. Kahve ne Murphy, ağzıma bi parmak kahve çalmak ne, allahaşkına! Ucuz numaralar bunlar.
Belki de düşündüğüm kadar dayanıklı değilimdir. Belki de sınırım bu.
Belki de profesyonel yardım almanın zamanı gelmiştir.
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder