Ne yaptığının ayırdına varana kadar krema kesilip topak topak, buz gibi kahve karışımının üstünde yüzmeye başlamıştır bile.
Keyfin kaçar. Henüz bu olayla seninle birlikte dalga geçecek insanlar yoktur çalıştığın yerde (çalıştığın yerde, bu olayla beraber dalga geçebildiğin insanlar olmasını umursamıyorsundur artık). Bozuntuya vermeden alır kupanı, çıkarsın mutfaktan.
(Mutsuzluk kahvesi, mutsuzluk üstüne içilen kahve de olabilir, mutsuzluk kakalayan kahve de; çünkü Türkçe böyle güzel bir dildir.)
İşe başladığım ilk gün “ee, senin orta harf ne olacak?” dediler, düşündüm. İkinci bir adım olmayışına hep sevinmişimdir, ama bu kez işe yarardı bak. Ufukta ikinci bir soyad da olmadığına göre... “b olsun işte” dedi kuzen. Ya ne olacağıdı ya?
bellatrix’in b’si, cuk oturdu adresime. adımla soyadımın ortasında, benden içeri olan ben. En güzel yerinde duran içimin. Ben bazen kendimden çıkıyorum, bellatrix oluyorum, tek isteğim ofisteki bilgisayarın başından kalkıp evdeki bilgisayarın başına gitmek oluyor. Asosyal veya bağımlı, ya da chat delisi değilim (msn’e en son girdiğim zaman son BIO409 lab raporunu yazdığım zamandı) Sadece bilgisayarımın başına oturmak istiyorum. Sessizce, müzik bile çalmadan belki. Oturup şu aklımı dökmek istiyorum. Yapabilsem... Durdurabilsem kendimi, dünyayı bir anlığına...
“I turned silences and nights into words. What was unutterable, I wrote down.
I made the whirling world stand still.”
Arthur Rimbaud
... durdurabilirim diyorum sonra. Kendimi hem çok çaresiz, hem her şeye muktedir hissediyorum bu aralar, bazen sırayla, bazen ikisi birden. Halim olsun, yakıp yıkar, en güzelini yaparım yeniden gibi sanki. Yeniden yaparım ve masanın altından yaparım, kimse bilmez, görmez.
Tsumun çalıştığı ajansın sahibiyle tanışmıştım. Sağduyulu, mantıklı bir kadındı, her şeyi bırakıp stajyer gibi çalışamayacak olmama hak verdi ama gözü de beni tuttuğundan, bir yandan da Tsum hakkımda konuşup durduğundan olacak, tekrar görüşmeye çağırdı beni ve hemen, projelerinden ikisine dahil etti. Şurada ve eşlik eden feysbuk sayfasında okuduğunuz şeyler benden çıkmış olabilir, veya bir online otomobil dergisinin yeni sayısı tümüyle benden sorulabilir. Çok heyecanlıyım. Dostlarla gittiğimiz Hangover 2 çıkışında müzik dinleyerek eve yürürken elimi kolumu sallayarak yolda sekecek kadar, hazır ayakta olan elimle çalıştığım yeri selamlayacak kadar heyecanlıyım.
Artık kendimi ve istediğim başka şeyleri düşünebilecek zamanım daha çok. Son zamanlarda verdiğim en iyi karar, iş değiştirmekti.
Düşeş böyle olur.
(Aksesuarlar: Bahar'dan bana istifa hediyesi küpelerim)
Lakin konumuz bu değil, başka tür bir üzüntü anlaşılmamaya dair.
***
Hani böyle görgüsü, bilgisi, aldığı eğitim, çalıştığı yer, takıldığı mekanlar veya pek sofistike zevkleri seninle aynı, ya da aynı seviyede olan, -ben aileyi değerlendirmem ama hadi o da olsun-, köklü bir aileden gelen, aristokrat, küçük burjuva, milletvekli yeğeni veya sanatçı çocuğu olan adam var ya... Hani beğenmiyor ya seni o adam; cahil, ukala, şişman, çirkin buluyor ya mesela ve her şeyi o biliyor ya...
İşte ben de o adamın, NuTeras’ta şişe açtırmasını değil, yaptığım espriyi anlamasını bekliyorum. Önceki gün konuştuğumuz bir şeye atıfta bulunduğumu anlamayıp, lafımın sonuna gülücük koymadığım için ciddi olduğumu sanıp belki, bana aynı “üf bu da salak mı ne” tavrıyla yanıt vermemesini bekliyorum. Bana gülmesini bekliyorum, çünkü ben istersem, komiğim. Ve bazen istiyorum.
Anlamasını bekliyorum, evet, çünkü anlamadığında rollerimiz tersine dönüyor, dünya başaşağı oluyor. Oysa ben beynime kan giden bu taraftan çok memnunum?
***
Sığ görünen tüm adamların bilerek böyle göründüğüne, altta başka, tırtıklamaya, tanımaya değer bir şey olduğuna inandım yıllarca. Artık şunu kabul etmek gerekiyor galiba: Bazı adamlar harbiden 'mal'.
seviyorum aslında tanıdıklarla yazdıklarımı konuşabilme hallerini ama... ama işte. ama biliyorum da işte, insanın her istediği aynı anda olmuyor.
kısıtlanmak...
bu hiç hoş değil.
kayıplara mı karışsam?