Bugün bir iddianın ikinci ve son yıldönümü. Tam iki yıl önce bu gece, Boğaz'da deniz manzaralı bir yerde oturmuş bir adam tarafından ablukaya alınmıştım. İddia dediğim, benimle bu adam arasında değildi, yanlış olmasın. Daha doğrusu ben buna dolaylı olarak bulaşmıştım. İddia tamamen adamındı.
Adamdan "güneyde boşlayıp ona buna salça olduğuna sıkça ratladığımız gri eşofmanlı, beyaz tişörtlü ve sarı timberland botları her şeyden değerli adam", ya da kısaca "timbırlend" diye bahsedeceğim. Evet, sanırım kısa isim daha uygun.
2-3 yılda bir gelip yeaa resmen ailesi olduğumuzu, bizi çok sevdiğini ve bundan sonra her aktivitede var olacağını söyleyip yine yıllar sonra görünmek üzere kaybolan timbırlend'in de teşrif ettiği bir yaz yemeği gecesiydi. Onu uzaktan sevmek aşkların en güzeli olsa da, arada karşılaşıp onun kendisini hiç ilgilendirmeyen hayatlarımızla ilgili sorularına (veya, hayatlarımızla ilgili kendisini hiç ilgilendirmeyen sorularına) yanıt vermek zorunda kalıyorduk böyle. Bu defa kurban bendim. İnanmazsınız ama iyi niyetliyimdir, gerektiğinde adam susturmasını bilemeyebiliyorum. Bu da öyle bir andı işte.
Konu fazla dönüp dolaşmadan hemen eski sevgilime geldi. "Siz de ayrıldınız yazık oldu yea" ile başlayan muhabbet, timbırlend'in her ikimizi de pek sevdiğinden, ayrılmamamızı öğütleyişi ile devam etti (aradan altı ay kadar zaman geçmiş olduğu gerçeğini boşveriyorum, hadi). Tabi ki bu ayrılıkta benim parmağım olduğu sonucuna kendi kendine vardıktan sonra, "çok büyük bir hata yapıyorsun, babalar çok iyi adam, bak herkes, herkes aldatır ama babalar aldatmaz!" gibi, herhalde ondan daha iyi bildiğim bir gerçeği savunmaya girişti. Sonra da yumurtlayıverdi: "Buraya yazıyorum, tam iki yıl sonra babalardan ayrıldığına çok pişman olacaksın!"
"Yaz lan" dedim, "ben de telefonuma yazıyorum." Yazdım, tarih: 25 Temmuz 2011, pazartesiye geliyormuş, saat: 13.00, konu: Timbırlend (nasılsa unutmam).
Telefonumu hiç değiştirmedim. Timbırlend'in iddiası aklımdan çıktı gitti, ta ki geçenlerde bir şey için takvime baktığımda 25 Temmuz'un altındaki minik mavi çizgiyi görene kadar. İmleci oraya götürürken daha, hatırlamıştım ne olduğunu. Güldüm, günü gelince aramak üzere bıraktım telefonu. Şans bu ya, ertesi gün timbırlend'i gördüm yine aylardan sonra. "Çok iyi oldu seni gördüğüm" dedim, böyle böyle demiştin sen bana iki yıl önce. "Sizi sevdiğimden..." falan diye geveledi.
Timbırlend'i gereğinden fazla ciddiye aldığım gecenin ilerleyen saatlerinde tekrar anladım, anlattığı hikayelerden, hayatıyla ilgili planlarından, konuşmasından, tarzından, bira şişelerini hala aynı umarsızlıkla manzaradan aşağı sallayıvermesinden ve yanımıza çağırdığı -ve görünen o ki, bizden birine yapmaya niyetlendiği- arkadaşını benim evimde kalmak üzere bizimle bırakıp gidecek denli yavşak oluşundan... Timbırlend'e bakarak hümanist kalmak çok zordu, lakin hala ben ona kulak verecek denli merhametliydim. Fakat müzik dinlemeye gelmiştim, onu değil. Bir yerde, susturdum onu artık ve "neyse" dedim, "haberin olsun da, pişman değilim."
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
2 yazmadan duramayan var!:
mikemmelll bir yazi olmus
1. travmatik
2. sonu sahane
3. konu cok iyi
4. evet hikaye cok iyi
hahahahaa
cok iyi mi anladin mi? hani cok iyi bi sarki duyduumda bole yanimdakine filan bakip sessiz sessiz cok iyi yaparim ya dudagimi sisirip iice.. iste ondan.
cok iyi.. cok cok iyi..
teveccühün veciko :)
Yorum Gönder