Hep o senaryolar yüzünden.
Sürekli senaryolar yazıyorum kafamda, küçük küçük öyküler. O kısa öyküler, en azından gündelik olanlar, kişilerin "aynı beni anlatmış" dediği şeyler böyle oluşmuyor mu zaten? Evet. Ben de hep senaryolar yazıyorum. Repliklerle falan yani, şöyle olacak, böyle diyeceğim, o böyle diyecek vesaire vesaire...
Ama bir senaryoda monologdan öteye geçebilmek için bir kişiden fazlası lazımdır.
Gelmedi adam. Buraya gelmiyorsa nereye gelecekti, kahveye mi çağıracaktık? Gelmedi ve ben de "keşke eve gidip hazırlanmak için uğraşmasaydım" dedim. Çünkü kendim için, kendimi iyi hissetmek için hazırlanmamıştım bu kez. Bazen onu da yapıyorum ama bu kez değil. Sonuçta, benim dışarı çıkışlarımda nihai amaç birini tavlamak olmuyor, o yüzden de kendimi iyi hissetmek için hazırlanıyorum çoğu kez. Dostlarımla berabersem, beni en kötü, en paspal, en çirkin anlarımda gören adamlarla berabersem çok süslenmesem de olur.
Şimdi aklıma ne geldi... 30Rock'ta Liz Lemon'ın bir pro-con listesi vardı, erkek arkadaşından ayrılıp ayrılmamaya karar vermeye çalıştığı dönemde yaptığı. Adamın "pro"ları arasında kızı kusarken görmesi (hem de iki kez) yer alıyordu; çünkü bir insanla baştan başlamak zordur, küfretmenizden, horlamanızdan, bacağınızdaki yıllardır geçmeyen morluktan, sarhoş olmanızdan, sarhoş olmamanızdan, hızlı yürümenizden ve yazı yazmaya çok zaman ayırmanızdan rahatsız olabilir bir adam, cicim ayları denen şey bu rahatsızlıklar nüksetmeden önceki zamandır ve daha sonra puf! Birden rahatsızdır işte. Batar size o kişi her şeyiyle. Batarım, her şeyimle.
Kişilerin bu rahatsızlıkları hafif atlatabildikleri ilişkilere uzun ilişki denir ve bu kişilerin ayrılmaması biraz da, bunları baştan yaşama korkusudur. Yorgunluktur. "Beni kimse onun kadar sevmedi" içinde biraz da "çirkinliklerimi kimse o kadar kabullenmeyebilir" yatar.
"al işte bitiyor. şimdi git,yeni biriyle tanışmaya çalış, olmasın, çok çalış ve bi şekilde tanış, ona daha önce anlattığın komik anıları bir daha anlat, çok sevdiğin filmleri bir daha anlat. kendini çok düzgün onun hayatına saygılı biri olarak göster, samimiyet duvarı yıkılana kadar sofra adabına uygun olarak yemeye dikkat et. "dur fazla arayıp sormayayım da eskisinde olduğu gibi yüz göz olmayayım" diye düşün, sonra çok ara, hep ara, cebi kapalıysa kıllanıp evden ara. ilişkinin başında kıllandığın adam isimlerini, ilk kavgada yüzüne çarp, onu bütün arkadaşlarından soğutmaya çalış, kendi arkadaşlarının ne kadar süper insanlar olduğunu anlat. dayanamasın, ayrılmak istesin, debelen dur, yeniden süper bir ilişkiniz olacağını anlatarak bir sürü söz ver. insan olduğun için tutama, yeniden kavga çıksın. ayrılmaya karar versin. kim uğraşıcak yok artık valla ben gelemem bu kadar külfete. ne güzel rahattık, niye bitiyor ki... ama yapacak birşey yok işte bitiyor. kendimi düşünüyorum tabii ki... kimi düşünücem, yalnızım artık."
Umut Sarıkaya
Yorgunluk...
Ben olur sandım. Hazırdım en baştan anlatmaya her şeyi, uğraşmaya hazırdım bir miktar ama beni en çok yoran şey bir şey anlatmak değil, duvara konuşmaktır. Orada olmayan, olsa da olmayan birine anlatmaktır. Kafamda yaşamaktır her şeyi... Ve ben bundan yoruldum. Heyecanlıydım, umutluydum ama yoruldum. Çabuk da yorulmadım aslında, bayağı oldu.
E gelmedi adam.
Kendimi o kadar çok önemsemiyorum gerçekten, "ben varım diye gelmedi" diyebilecek kadar önemsemiyorum ama aklımdan geçmedi değil. Böyle olsa da üzücü olurdu ama ben o kadar önemli olduğumu sanmıyorum. Ve "ee hani?" dediğimde "Valla ne desen haklısın özür :(" değil uzun saatler sonra görmek istediğim. Ben o adamı görmek istiyorum. İstiyordum. Olmadı.
Ben haklı olmak istemiyorum, değilim de, hakkım yok hiçbir şey(d)e, öyle olsaydı şayet, ben bu sabah dün akşamki senaryolarımdan birini anlatıyor olurdum ballandıra ballandıra, öyle ki, lafımı balla kesemezdiniz, önce beni kesmeniz gerekirdi.
Neyse ki körkütük aşık olmamışız.
2 yazmadan duramayan var!:
umut sarıkaya alıntısı kısım, geçtiğimiz haftasonunun konusuydu bizde. arkadasım sevgilisiyle kavga etmişti ve bunun üzerine konusma başladı...
ha bu arada o herifçioğlunun da taa...
hepsinin köküne kibrit suyu be Jane Jones.
Yorum Gönder