06:20, Ankara'dan dönmeye uğraşsam mı uğraşmasam mı bugün, dönsem bile enkaz olucam muhtemelen ve yarın ofise gidicem, burda kalıp akşam bi arkadaşı görmek de var, hmm... Bi yastık alabilir miyim? Teşekkürler (suratsız hostes) Gideceğimin son haftası reva mı lan bu yollar bana, şimdi inince maillere bakmak lazım belki hala -utanmadan- yeni bir şey yollamışlardır, Elif'i de arayayım inince aradan çıksın, ondan önce bi mail daha atmam lazım, inşallah unutmam. THY şirket kuralları gereği cep telefonları uçak içinde kapalı tutulmalıdır. Ben neye not alacağım ulan o zaman (o kadar defter aldın kırtasiye manyağı seni, kullansana) Hem, neden şirket kuralları gereği, hani ABSlere filan halel geliyordu onu hallettiler mi? Ulan bi tek elbiseleri ütüleme zorunluluğunu halledemediler. Hele o gömlekler... Tamam bi saniye şimdi napıcaktık, inince maillere bakılacak, bi mail atılacak, oteli iptal etsek mi, yok ya koşturmayayım hadi, sanki gecenin bi vakti eve gitsem toparlanıcam da. Allahım, tatil! Allahım, toplantı bahanesiyle Çeşme! Sonra Bozcaada! Şarap! Galonla şarap alıcam. E nası bozulmayacak ki o şarap? Neyse ya bu iki gün bitsin bi, dur şimdi bugünü düşünüyorduk, evet İbn-i Sina'ya gidilecek, Hacettepe'ye gidilecek, umarım hocanın odasındaki yazıcı çalışıyordur, peki biz sırf reconciliation için doldurduğumuz AEleri kaynağa giriyor muyuz? Saçma ama?! Bunu bilmiyorum, ne garip. Sormak lazım. Uyumak da lazım, uçak da kalkmıyor. Yerimi biiiiilmem, bilmem ne taraftayım, kalkar kalkmaz araf dinlersen araftan çıkamazsın bütün gün işte! Uyuyamıyorum... Uyuyamıyorum... Kafamdaki tüm televizyonları kapatıyorum düğmelerinden, tık-tık-tık, Mor ve Ötesi'nin de sesini kısıyorum, hala uyuyamıyorum, Allahım neden kalkmıyor bu uçak ve ben uyuyamayarak ne kadar çok zaman kaybettim! Adalet yok ya, canımı yakar bu sessizlik, kalkmadık mı hala, aa havadayız, aa yanımdaki kadın tepsisini veriyor, yemek gelmiş ve gitmiş bile! Süper. Güneşliğinizi açar mısınız? Güneşliğim açık, kusura bakmazsanız yastığımı dayadım oraya (aynı suratsız hostes. Öyle yürür gidersin işte tırıs tırıs) Ayh, insan uyanır uyanmaz işler üşüşüyor aklına. Üşüşmek deyince üşüdüğümü fark ettim, battaniye olmaz dimi yazın ortasında uçaklarda? Aman neyse, bu hostesin suratını çekemiycem tekrar zaten, gözü kapatalım ve poliklinik girişinden başka bir şey düşünmeye çalışalım bakalım, şimdi bir yorganım olsaydı ona sarılıp kendime döner ve sorardım: Uykuya dalmadan önce iş düşünmediğim bir gece oldu mu? Daaat! Sorulmuş soru, ama cevabı verilmiş mi, sanmıyorum. Hem ben kendime soruyorum, kime ne (insan yalnızken tüm sorularını kendine sorar). Tabi ki oldu öyle gecelerim, çok güzel bir sahne, bir kitap sayfası, bir şarkı düşündüğüm ve onunla uykuya daldığım zamanlar... Ayıktım hem de. Sonra öbür tarafıma döner (dönerim ki teatral olsun iyice) son 5 günde yaşadığım en komik anı anlatmak isterim kendime. Bu da var, yok değil. Yaşadığım iyi anları, tüm 'iyi'likleri unutacak kadar hissizleşmedim daha. İyiymişim ya ben. Daha iyiymişim, 'daha' henüz gibi. Belki de defolup gitmeden kurtarırız, ha? Ooo bu gitme lafı dilinize pelesenk oldu bellatrix hanım, her yerde söylerseniz biri illa ki çıkıp gitme der diye mi düşünüyorsunuz? Yoo, tam tersine belki biri evet, gitsene sen der diye bekliyorum. Siktir git, der gibi. İnsanlar bu kadar hissizleşti mi? Hem dönsene artık arkanı sen.
En azından kendimle konuşmayacak kadar (dünyaya) küsmedim daha.
***
19:15, saatlerdir odadayım ya çıldırıcam, dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, it's raining cats and dogs you know, dışarı da çıkamıyorum ki lanet olsun, halbuki... Neyse plandan bahsedip berbat etmiym, başka zaman yapıcam onu nasılsa. Ayağımda babet olmasa gösterirdim ben sana Ankara havası (Ankara havası da ne kötüymüş yaa). Arkadaşı da göremedin, ne oldu, köpeği ölmüş. Uff insanın hayvanının ölmesi ne kötü, hem de 8 yaşında. 8 yıldır seninle olan bir şey; 8 yıldır bağlı olduğun ve sana bağımlı olan bir şey aslında, çok zor olsa gerek be... Uyiym dimi ben, ama şimdi saçmasapan uyur da sabah kalkarsam işleri yetiştiremem, kuriym saati 20:30a, tıp-tıp-tıp I wanna wake up with the rain falling on a tin roof burda dur, gerisine gerek yok. Yağmur sesini, tenekeye düşen yağmur sesini sevmeyenlere, bir de yağmurdan sonra toprağın kokusunu sevmeyenlere çok şaşırıyorum, yağmurdan sonra gleen toprağın kokusuna / hayranım tıpkı hayran olduğum gibi sana dımdıdımdım... Uyku havası, uyku, uyku, önümdeki kitabı bile açmaya mecalim yok...
***
22:36, hah! Alarmı duymadığımız veya kaçıracak bir şey olmadığı için duymazdan geldiğimiz bir uyanışa daha hoşgeldiniz. Kaç saat uyudum yaa, ama çok güzel uyudum, şimdi kalkıp iş yapacak olabilirim ama yine de... Aa yağmur durmuş. Ama geç oldu artık dışarı çıkmak için, hem her yer ıslaktır. Başka bahara, baharın altını çizerekten (-ten ekini kim başımıza musallat ettiyse Allah bin belasını versin). Televizyonun kumandası yorganların içinde olmalıydı yaa... En sevdiğim sayı 30 diye reklam var lan. Burger King'de de en sevdiğim sayı altı yazıyodu bişey için, nugget mıydı neydi, gülümsetti beni. Bana mı yapıyor bunu Burger King, benim kardeşimin bile dahil olduğu birkaç yıl sonraki tayfa -ki ben onlara jenerasyon diyeceğim çünkü jenerasyonlar daha sık aralıklarla değişiyor artık- bundan hiçbir şey anlamayacak dimi, sorgulamayacak bile ne demek ki en sevdiğim sayı altı ne demek diye, öyle tırt bi reklam denemesi diye görüp geçecek. Bu veya başka bir nedenle, tırt dediğimiz reklamların altında anlamadığımız bir şey olduğu düşüncesi... Yok lan anlarız biz :) Kavrayışımız yüksek şükürler olsun ki. Uff, uzatma bellatrix kalk artık ya da Çılgın Bediş gibi kendini yataktan aşağı at ve sürün, bilmiyorum ama kalk, iş yap, yazı yaz, bir de şu yalnız diyaloğa bir soru daha ekle:
"En son ne zaman, yataktan kalkmak için sabırsızlandığını hatırlıyor musun?"
*
(30 Haziran 2010 ~ 01 Temmuz 2010, Ankara)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder