... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

Ankara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ankara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Orada ol(a)mamak üzerine

Bugün bir canım dostum evleniyor ve ben orada değilim. Orada olmaya çalışmanın maddiden ziyade manevi zorluğunu göze alamadım açıkçası. Her ne kadar burada sıkıntım yok, yaşayıp gidiyorum desem de ülkeye gitmek ve geri gelmek, bir bu kadar daha devam etmek zor olacaktı.

Öte yandan sabah berbat bir güne uyanmış Türkiye. Ankara'da bir mitingde 2 bomba, -son gelen haberlere göre- 69 ölü. Burada zaten milli yas ilan edilmişlikte gibiyim, yani yaşantım öyle. Mütevazı, okazyonsuz. Dolayısıyla dışarıda bir yerlerde olmak, bir şeyler yapmak isteği yahut yapamayışın çaresizliği daha az hissediliyor buradayken. Üzüntüm aynı olsa da zaman daha kolay akıyor. Bu daha önce de olmuştu, yine bir can dostumun düğününde. Bu çaresizlikle başa çıkmakta başarılı değilim, özellikle orada olunca.

Ha bir de Twitter, Facebook kapanmıyor burada. Takip ediyorum her şeyi sizler gibi DNS ayarlarıyla uğraşmak zorunda kalmadan... Bu da iyi haber mi, kötü mü şimdi?

Mutlu çifte daha neşeli bir çekim yapıp göndermek isterdim bugün. Keşke dün filan, her şey daha yolundayken arada çıkarsaydım. Çünkü Türkiye bu, bir kutlamayı ertelediğinde hemen onu yapamayacak hale gelebilirsin.

Türkiye; planları ve sevinçleri ertelememenin en önemli olduğu ülke.



Öylesine içimi dökesim geldi. Siz bana bakmayın.

ankara isyeeaaanı

"ankara'da hayat kim ne derse desin güzel. hem de çok güzel. alternatifimizin çok olmayışı belki de ortamı güzel yapan. ya da her birimizin birbirimizle sözleşmesek bile karşılaşma şansımız. ama ankara çok kıroo yaaaeee diyenler aslında apaçinin önde gideni.onlara isyeeaaan diyorum."



"Ankara kıro değil ama sıkıcı. Gerçi bu aralar, enerjim hiçbir şey yapmaya yetmezken, acaba Ankaralı olsaydım da elimden gelmeyen nedenlerle pek bir şey yapamayıp kafa rahatlığıyla evimde mi otursaydım diye düşünmüyor değilim.

Bence yorgun ve üzgün insanlar Ankara'ya taşınmalı."
b.

ZTB EAH KA EK

bazen telefona yapmak istediklerim (temsili)


1 numaralı zorlama

_ Merhaba beyefendi, Etik Kurul sekreteryasına bağlar mısınız?
_ Burası bekleme odası, santralden bilgi alabilirsiniz.
_ Santrali aramıştım ben ama...?
_ Hiçbir şeye basmayın, bağlanırsınız tekrar.
_ Peki teşekk...
(çat!)

2 numaralı zorlama

(Arizona Dream gibisinden bir bekleme müziği ile dakikalar geçer...)

_ Alo?
_ Merhaba hanımefendi, Etik Kurul sekreteryasına bağlar mısınız?
_ Nereye?
_ Etik Kurul. Klinik Araştırmalar Etik Kurulu.
_ Bi saniye bekleticem.

(sessizlik...)

_ Hastanemiz bünyesinde öyle bir yer yok hanfendi.
_ Sağlık Bakanlığı'nın sayfası önümde açık hanımefendi, orada yazıyor.
_ Artık yokmuş ama.
- Hanımefendi, dün onaylandı kurulunuz. Bilen biri vardır mutlaka, rica etsem...
_ Bi saniye. (ahizeyi ağzından çıkarır ve azıcık uzaklaştırır) Yavuz aaabiiiiiiii! Yavuz abiii! Burada etik kurul mu var?

(homurtular, mırıldanmalar...)

_ 300000'den Sema hanımla görüşebilirsiniz.
_ Peki teşekk...
(çat!)

3 numaralı zorlama

_ Alo?
_ Sema hanımla mı görüşüyorum?
_ Evet, hayrola?
_ Sema hanım, etik kurulunuz dosya kabul etmeye başladı mı acaba?
_ Dün kurulduk ama hocalar çok yoğun, kimseyle doğru düzgün toplanamadık daha, o yüzden henüz dosya almıyoruz. Uygun zamanlarını yakalarsam bir toplantı yapacağım ama...
_ Peki, teşekkürler.
_ Rica ederim.

(hayrola diye girdik ama, düzgün çıktık bi konuşmadan, oh be!)

SONUÇ: Ankara'da hala aktif bir Etik Kurul bulunmamaktadır.

(x'in sıfır çıkmasından nefret ediyorum!)

anKARa


Ankara, kar, anKARa... Firuze. Dönerken Firuze'de takıldı iPod. Sonra ben takıldım bir süre. Ne hoştu aman da ne güzeldi karlar ortasında hatırlamak bir şeyi, Ankara'da hatırlamak bir şeyi, Firuze'nin hatırlatması bir şeyi ve illa ki, hep aynı şeyi.

Canım telefon etmek istemedi, hiç istemedi ki.

-geri sar-

Sabah arabamı bıraktım, vale arabamın sol tarafındaki ne idüğü belirsiz iki girintiyi gösterip "bunların farkında mısınız?" dedi. "Evet, hatta öbür tarafın ziyadesiyle farkındayım" Farkındayım, farkındayım; kendim sürttüm arabayı, farkında olmaz mıyım? Sonra patatesli börek, çay, tepemde Serdar Ortaç, kulağımda Sia. Uçak. Yanımda tanıdığım bir adam, ama belli ki o beni tanımıyor. Ben onu nerden tanıyorum? Kesin birisinin, tanıştığı insanı bir daha hatırlamamayı kendisine prensip edinmiş arkadaşlarından biridir. Hayır ben de isim hatırlamayabilirim ama en azından simaen... Neyse, isabet oldu, ben uyudum. Sonra tekerlekler yere çarptı. İndim, aynı tuvalet, aynı tuvalette makyajcık, 9.75'e çok kaynar olmayan ayılma kahvesi, 60'a taksi, Pursaklar Garanti, Sıhhiye Hacettepe. Bir kahve daha. Biraz müdür, biraz iş, ofiste olsak boşlanmayacak vakitten biraz harcama. Medikal müdür, bölge müdürü, tecavüz hak edilir mi muhabbetleri, biraz susma. Susma, çünkü büyüyoruz. Büyümek diplomasi gerektiriyor, büyümek, arkadaşın etse onun ağzına sıçacağın lafları yutmayı gerektiriyor. Büyümek ağızda bir bok tadı bırakıyor.

Sonra iş, yeni çalışma, yeni hoca. Sanki, diyorum içimden, sanki ben bitirecekmişim gibi çalışmayı. Hah! Ha-ha! Ama dur. Büyük konuşmayalım. Büyük düşünelim, ama büyük konuşmayalım. Konuşma dedi hekim, konuşmak iyi gelmez. Genelde. Çünkü büyüksün. Olgun ol, sonra ağlanma... Peki, büyümek ağızda kanla karışık pamuk tadı bırakıyor, çekilen dişin acısını çıkarırcasına, var gücüyle ısırılan cinsten.

Hem başlamak bitirmenin yarısıdır ki zaten. Atlamak da düşmenin (öyle mi?)

Uçak. Kitap, sonunda biten kitap. 26 liralık bir dergi, günün alışılmışın dışındaki tek masrafı; bir fuzuli masraf hiç bu kadar isabetli olmamıştı.

Şimdi ben diş fırçamı evde unuttum. Bana yarın "dün gece nerde kaldın?" derler mi?

Hay bin Firuze!

(14 Aralık 2010, İstanbul-Ankara-İstanbul)

Rutin.

Ankara'ya her gelişimde sevecek bir yan arayıp bulamıyorum; bu sebeple de belli bir rutini yerine getirip, olabildiğince hızla geri dönüyorum. Daha öğle vaktinde ve İstanbul'dakinden daha iç ısıtıcı bir güneşe nail olmama rağmen sıkılmaya başlıyorum. Evet tabi ki iş yapıyorum, yalnız da değilim ve bir kalorifer tepesinde de değilim (bir kalorifer tepesini masa olarak kullanmak zorunda kaldığımız da oldu vaktiyle), sakin sakin çayımı kahvemi içip işime bakıyorum, ama... Ankara'dayım ve bu gerçek beni huzursuz ediyor.

Uçaktan indiğimde nasıl bir rutinin içinde olduğumu fark ettim. Özellikle Ankara'da ortaya çıkıyor bu, çünkü rutini bozacak bir şey yok. Örneğin Trabzon'da uçaktan indiğinizde taksi bulamayabilirsiniz ve hayatınıza böylece bir heyecan katılmış olur. Trabzon böyle bir yerdir; taksiyle Rize'ye gitmek istemediğiniz sürece gidilen her yer şöföre yakın gelir. Adana'da taksici amca sizi hep başka başka yollardan götürmesin diye birini ararsınız, yine heyecan olur (Cüzdanımda herkesten çok taksici kartı var ve hepsi başka şehirlere ait. Mutluyum.) Etrafınıza baka baka gider, kocaman bir cami, güzel bir kebapçı filan görürsünüz. İzmir'de Alsancak'ta taksisiz kalıverirsiniz; hava, saçınızın boyasını beyaz gömleğinize akıtacak kadar sıcakken, girdiğiniz kapıdan ve randevulaştığınız saatten bir tişört alım süresince dönüş olmamasına lanet edersiniz. Hani o Ankara'nın Ulus'undaymışçasına çirkin bir sokaktan girdiğiniz hastanenin diğer kapısından çıktığınızda bir Koton mağazasıyla karşılaşmak cenabetliğinize öfkelenmenize neden olur. Lakin öfkelendiyseniz, yaşıyorsunuzdur.

Oysa Ankara'da bunların hiçbiri olmaz.

Sabah 7 uçağı dolu, 8'e aldım bileti bu kez. Evimin dışında uyuduğum zamanlar hariç, asla 15 dakikada evden çıkabilen biri olamamama rağmen, kıyafet seçimini illa ki sabaha bıraktım yine. Sabah pencereyi açıp havaya bakmak ve öyle giyinmek adet oldu bende. Sanki sabahın altısında hava bana bir ipucu verecekmiş gibi... Ama olsun. Makyajsız çıktım her zamanki gibi evden. Evden makyajsız çıkmak adetimdir böyle sabah körlerinde, bir keresinde Sinem'lerden okula giderken ve yine o "bakım, bakım" diye ışıldarken sormuştum, hiç makyajsız çıktığın olmadı mı evden, diye. Olmamış. Tevekkeli değil, benim aksime evinin dışında kalmayı hiç sevmezdi. İnsan kaplumbağanın evini taşıdığı gibi o kadar makyaj malzemesini, kremini, ojesini filan yanında taşıyamaz ki!

7'de havalimanında, önümde çayım ve elimde bilgisayar çıktısı bir tomar kağıtla oturuyordum, en üstteki kağıtta Albert Camus'nün "Anlatmamak onursuzluktur." sözü yazıyordu. Soğuttuğum çayımı uçağa tam zamanında yetişecek hızda içtim, toplandım, koltuğuma yürürken bir yastık kaptım, F'e oturdum ve uyumaya başladım. Uyandım, portakal suyu içtim, tekrar uyudum, tekerlekler yere değdi, tekrar uyandım. Uçaktan indim, aynı tuvalette makyajımı yaptım, üstüme dökülürse bir faciaya yol açmasın diye kaynar olmayan ayılma kahvemi aldım,
_Takeaway mi?
_Evet.
taksiye bindim,
_Fişiniz var mı?
_Evet abla.
_Hacettepe Hastanesi'ne gideceğiz.
_Peki hocam.
aylardır aynı yerde dikili AnkaMall reklam panosunun ve havalimanının hemen çıkışında kimin alıp bahçesine koyduğunu bilemediğim adam boyu Mickey Mouse veya gerçek boyutta at heykellerinin satıldığı pazaryerinin yanından geçerken bu satırları düşündüm. Defalarca aynı yere gidip gelen bir monitörün rutini, başka kongreler için başka başka şehirlere giden bir ürün müdürününkine, arada bir saha ziyaretleri yapan bir medikal müdürünkine benzemez. Her çalışma, kendi içinde aylar süren bir döngü demektir.

Bu döngüyü kıran tek şey, çok yakında herhangi bir mevzuata bağlı olmadan çalışacak olma endişesidir. 1 Ekim'de yönetmeliğimiz iptal edilmiş olacak. İşimiz insanla olduğu için, insanın vücut bütünlüğü yasayla korunmak durumunda olduğu için, yönetmelik denen şey bir yasa olmadığı ve meclisten çıkmadığı için ve bu işler öyle akşamdan sabaha, bir haftadan diğerine hallolmadığı için, hafif panikte, belirsiz hallerdeyiz.

Heyecan diyorduk... Heyecan mı istiyorsunuz? Klinik araştırma yapılamayacak bir memlekette klinik araştırmacı olun.

(07 Eylül 2010, Ankara)

alacauyanıklık

06:20, Ankara'dan dönmeye uğraşsam mı uğraşmasam mı bugün, dönsem bile enkaz olucam muhtemelen ve yarın ofise gidicem, burda kalıp akşam bi arkadaşı görmek de var, hmm... Bi yastık alabilir miyim? Teşekkürler (suratsız hostes) Gideceğimin son haftası reva mı lan bu yollar bana, şimdi inince maillere bakmak lazım belki hala -utanmadan- yeni bir şey yollamışlardır, Elif'i de arayayım inince aradan çıksın, ondan önce bi mail daha atmam lazım, inşallah unutmam. THY şirket kuralları gereği cep telefonları uçak içinde kapalı tutulmalıdır. Ben neye not alacağım ulan o zaman (o kadar defter aldın kırtasiye manyağı seni, kullansana) Hem, neden şirket kuralları gereği, hani ABSlere filan halel geliyordu onu hallettiler mi? Ulan bi tek elbiseleri ütüleme zorunluluğunu halledemediler. Hele o gömlekler... Tamam bi saniye şimdi napıcaktık, inince maillere bakılacak, bi mail atılacak, oteli iptal etsek mi, yok ya koşturmayayım hadi, sanki gecenin bi vakti eve gitsem toparlanıcam da. Allahım, tatil! Allahım, toplantı bahanesiyle Çeşme! Sonra Bozcaada! Şarap! Galonla şarap alıcam. E nası bozulmayacak ki o şarap? Neyse ya bu iki gün bitsin bi, dur şimdi bugünü düşünüyorduk, evet İbn-i Sina'ya gidilecek, Hacettepe'ye gidilecek, umarım hocanın odasındaki yazıcı çalışıyordur, peki biz sırf reconciliation için doldurduğumuz AEleri kaynağa giriyor muyuz? Saçma ama?! Bunu bilmiyorum, ne garip. Sormak lazım. Uyumak da lazım, uçak da kalkmıyor. Yerimi biiiiilmem, bilmem ne taraftayım, kalkar kalkmaz araf dinlersen araftan çıkamazsın bütün gün işte! Uyuyamıyorum... Uyuyamıyorum... Kafamdaki tüm televizyonları kapatıyorum düğmelerinden, tık-tık-tık, Mor ve Ötesi'nin de sesini kısıyorum, hala uyuyamıyorum, Allahım neden kalkmıyor bu uçak ve ben uyuyamayarak ne kadar çok zaman kaybettim! Adalet yok ya, canımı yakar bu sessizlik, kalkmadık mı hala, aa havadayız, aa yanımdaki kadın tepsisini veriyor, yemek gelmiş ve gitmiş bile! Süper. Güneşliğinizi açar mısınız? Güneşliğim açık, kusura bakmazsanız yastığımı dayadım oraya (aynı suratsız hostes. Öyle yürür gidersin işte tırıs tırıs) Ayh, insan uyanır uyanmaz işler üşüşüyor aklına. Üşüşmek deyince üşüdüğümü fark ettim, battaniye olmaz dimi yazın ortasında uçaklarda? Aman neyse, bu hostesin suratını çekemiycem tekrar zaten, gözü kapatalım ve poliklinik girişinden başka bir şey düşünmeye çalışalım bakalım, şimdi bir yorganım olsaydı ona sarılıp kendime döner ve sorardım: Uykuya dalmadan önce iş düşünmediğim bir gece oldu mu? Daaat! Sorulmuş soru, ama cevabı verilmiş mi, sanmıyorum. Hem ben kendime soruyorum, kime ne (insan yalnızken tüm sorularını kendine sorar). Tabi ki oldu öyle gecelerim, çok güzel bir sahne, bir kitap sayfası, bir şarkı düşündüğüm ve onunla uykuya daldığım zamanlar... Ayıktım hem de. Sonra öbür tarafıma döner (dönerim ki teatral olsun iyice) son 5 günde yaşadığım en komik anı anlatmak isterim kendime. Bu da var, yok değil. Yaşadığım iyi anları, tüm 'iyi'likleri unutacak kadar hissizleşmedim daha. İyiymişim ya ben. Daha iyiymişim, 'daha' henüz gibi. Belki de defolup gitmeden kurtarırız, ha? Ooo bu gitme lafı dilinize pelesenk oldu bellatrix hanım, her yerde söylerseniz biri illa ki çıkıp gitme der diye mi düşünüyorsunuz? Yoo, tam tersine belki biri evet, gitsene sen der diye bekliyorum. Siktir git, der gibi. İnsanlar bu kadar hissizleşti mi? Hem dönsene artık arkanı sen.

En azından kendimle konuşmayacak kadar (dünyaya) küsmedim daha.

***

19:15, saatlerdir odadayım ya çıldırıcam, dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, it's raining cats and dogs you know, dışarı da çıkamıyorum ki lanet olsun, halbuki... Neyse plandan bahsedip berbat etmiym, başka zaman yapıcam onu nasılsa. Ayağımda babet olmasa gösterirdim ben sana Ankara havası (Ankara havası da ne kötüymüş yaa). Arkadaşı da göremedin, ne oldu, köpeği ölmüş. Uff insanın hayvanının ölmesi ne kötü, hem de 8 yaşında. 8 yıldır seninle olan bir şey; 8 yıldır bağlı olduğun ve sana bağımlı olan bir şey aslında, çok zor olsa gerek be... Uyiym dimi ben, ama şimdi saçmasapan uyur da sabah kalkarsam işleri yetiştiremem, kuriym saati 20:30a, tıp-tıp-tıp I wanna wake up with the rain falling on a tin roof burda dur, gerisine gerek yok. Yağmur sesini, tenekeye düşen yağmur sesini sevmeyenlere, bir de yağmurdan sonra toprağın kokusunu sevmeyenlere çok şaşırıyorum, yağmurdan sonra gleen toprağın kokusuna / hayranım tıpkı hayran olduğum gibi sana dımdıdımdım... Uyku havası, uyku, uyku, önümdeki kitabı bile açmaya mecalim yok...

***

22:36, hah! Alarmı duymadığımız veya kaçıracak bir şey olmadığı için duymazdan geldiğimiz bir uyanışa daha hoşgeldiniz. Kaç saat uyudum yaa, ama çok güzel uyudum, şimdi kalkıp iş yapacak olabilirim ama yine de... Aa yağmur durmuş. Ama geç oldu artık dışarı çıkmak için, hem her yer ıslaktır. Başka bahara, baharın altını çizerekten (-ten ekini kim başımıza musallat ettiyse Allah bin belasını versin). Televizyonun kumandası yorganların içinde olmalıydı yaa... En sevdiğim sayı 30 diye reklam var lan. Burger King'de de en sevdiğim sayı altı yazıyodu bişey için, nugget mıydı neydi, gülümsetti beni. Bana mı yapıyor bunu Burger King, benim kardeşimin bile dahil olduğu birkaç yıl sonraki tayfa -ki ben onlara jenerasyon diyeceğim çünkü jenerasyonlar daha sık aralıklarla değişiyor artık- bundan hiçbir şey anlamayacak dimi, sorgulamayacak bile ne demek ki en sevdiğim sayı altı ne demek diye, öyle tırt bi reklam denemesi diye görüp geçecek. Bu veya başka bir nedenle, tırt dediğimiz reklamların altında anlamadığımız bir şey olduğu düşüncesi... Yok lan anlarız biz :) Kavrayışımız yüksek şükürler olsun ki. Uff, uzatma bellatrix kalk artık ya da Çılgın Bediş gibi kendini yataktan aşağı at ve sürün, bilmiyorum ama kalk, iş yap, yazı yaz, bir de şu yalnız diyaloğa bir soru daha ekle:

"En son ne zaman, yataktan kalkmak için sabırsızlandığını hatırlıyor musun?"
*
(30 Haziran 2010 ~ 01 Temmuz 2010, Ankara)

Siz nasıl bir mall'sınız?

Bazı reklamların sırf, uykulu halimle bir takside Esenboğa havalimanı - Sıhhiye yolunu kat ederken beni uyandırmak maksatlı hazırlandığını düşünüyorum. Bunların hiçbir arama motorunda karşıma çıkmayışı da yine, beni öfkelendirerek ayakta tutmak için, bu kesin!

Bu reklamlardan biri, hala hiçbir reklam panosunda rastlayamadığım Vakit reklamı, bir diğeri de (işte bu beni uyandıran) Ankamall reklamı. Bir dahaki gidişimde taksiyi yavaşlatıp fotoğrafını çekeceğim, merak etmeyiniz. Gerçi düşündüm de, ben size şurda paint'te yapıvereyim bir taslak, hatta siz de yapabilirsiniz, tek ihtiyacınız olan bir apaçi fotoğrafı. Google it!

Renkleri biraz abartmış olabilirim.

(27 Nisan 2010, Ankara)

Şöyle de bir şey var (içten yanmalı, kendinden tıklamalı)

naçizane: Dönüş (Volver gibin)

Ankara'nın İstanbul'a dönüşü neyse,
Playa'yla gidip Kimata'yla dönmek de o (oh be!)

şu köşe otel köşesi

yeterince uğraşırsanız ankara'da, bir otelde ve yalnız olmanın da iyi tarafını bulabilirsiniz.
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!