Canavar Banavar'ı istiyorum!
Uzun zamandır bir konserde, dün Büyük Ev Ablukada konserinde eğlendiğim kadar eğlenmemiştim. Gerek kısa şehir içi mesafelerde, gerekse de İzmir gibi uzun yolculuklarda dinlete dinlete kafalarına soktuğum, camları açıp Alsancak sokaklarını inlettiğimiz bu grubun konseri için bilet aldım ve gittik arkadaşlarla, şarkıların tümünü bilen bir tek ben olsam da bas bas bağırarak eşlik ettiler onlar da, kafadan attıkları sözlerle de olsa. Vec'in lilisi, benim tayyarım bir; havadar ve bil iki kez söylendi. Nasıl manasızca bağırıp çağırıp dans ettik, haddi hesabı yok. İstediğim tam da böyle bir şeymiş,
hardcore Büyük Ev Ablukada!Oradan çıkıp taksiye bindik, doğru ENSO partisine. Yolda kestirip, Kuruçeşme'deki 8th Hill'de uyandı bu tayyar. Davetliydik ya, assolist gibi en son girdik mekana. 8th Hill, bu tip her mekan nasılsa aynen öyleydi, denize tam karşıdan baktıran harika bir manzara avantajıyla tabi. Biz gittiğimizde hala tıklım tıklımdı içerisi, ki okul partilerinin artık hep ardışık günlerde olduğunu düşünürsek bu bayağı iyi bir şey. Ve tabi kızlar aşırı süslü, oğlanlar aşırı ortam çocuğu görünümündeydi, yani bu jenerasyonun tipik bir örneğiydi içinde bulunduğumuz yer. Olduğum yerden sütlere bakarken gelecek yılki başkanın şimdiden belli olduğunu düşündüm. Hadi hayırlısı bakalım.
Büyük Ev Ablukada üzerine Serdar dinlemek en en en istemediğim şeydi ama bu bizim bir arkadaşa "sana bir önerim olacak, hayatından mikiropları at!" diye seslenmemize engel olmadı. Bazılarımızın hayatından atması gereken mikroplar var, gerçekten. Bunlar bazılarımızı özellikle kafayı bulduğumuz zamanlarda rahatsız edip kısa mesajlar yazdıran, hoppaa diye dans ederken bir an durup, bir an kötü olup gözlerimizi dolduran hayalet gibi mikroplar. Genelde, sadece zaman ile defedilebiliyorlar. Başka bir dermanı yok gibi, başka bir çivi de sökmüyor bu mikropları (başka bir çivi sadece başka mikroplar bulaştırıyor halihazırda bağışıklığı azalmış bünyeye).
Benim merakım aslında şu: Hep bazal bir mutsuzlukta durmak mı daha iyi, yoksa gün içinde, güneş ışığında bakıldığında mutlu, içerken, arkadaşlarla beraberken en şen şakrak olup da kendini kaybettiğinde kendini kaybedercesine üzgün olmak, ağlamak ve kendini paralamak mı... Hayatının ışıklı döneminde ışığı alabildiğine saçmak mı, sonra tamamen karanlığa gömülebilmek için? Bir şarkıyı gündüz en çok sevip, gece en çok onunla ağlamak mı, sizce?
Ah, unutmadan, bir de ne oldu... Dün yine akşam birini göreceğimi sandım, öyle dedi, kendisi dedi bu sefer ve ben yine tuzağa düştüm, kalbim yine capsli, yani caps lock'lu böyle KOCAMAN bir takla attı; ve yine hiçbir şey olmadı. Bu noktada artık altımda ağ olmadan yerden yükselmiyorum ama biliyor musunuz, ağa düşünce de canı acıyor insanın. İpler kesiyor derisini, bir şey oluyor işte yine, ama ertesi gün geçiyor. Ertesi gün öğle saatlerinde, akşama kadar evde pineklenecek güneşli bir güne uyandığında insan daha iyi oluyor, hep daha iyi ve daha kararlı... Bir daha, takla atmaya kalkan kalbe çelme takmaya kararlı; bir daha umutlanmamaya kararlı, bunun son olmasına ve bir daha "bir daha" dememeye kararlı. Kek gibi.
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder