... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

konser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
konser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

iki kapılı sinema kulübünde / metronom usulü gündüz gece

 
tanıştırayım, hipster somon.


Bu akşamki  Metronomy / Two Door Cinema Club konserleri için Küçükçiftlik Parkı'na doluşan neredeyse herkesin "allahım burada ne kadar çok hipster var"vari tivitler atmasıyla, aslında uzunca zamandır yazasım olan bu konuda, bu kez gündemdışı kalmadan iki laf edeyim dedim.

Herkesin herkese hipster dediği bir ortamda herhangi bir sıradışılıktan bahsedilemeyeceği için hipsterlık müessesesini bir elitist olgudan ziyade aşağılanası, dalga geçilesi bir sıfat olarak görmeye başladığımızı sanıyorum; bu konuda herhalde hemfikiriz. Böyle bir müessese olamaz, her kemik gözlüklüyü hipster mı sanalım gibi iddialarım yok; çünkü her akımın bir başlangıcı veya kollara ayrıldığı anlar vardır. Eskiden pop müzik diye dinlediğimiz birçok şeye şimdi "indie" filan denmesi ve hatta sanki o zaman indie diye bir müzik türünden haberdarmışızcasına "tehey gibi eskinin indie'leri, her gidi fleetwood mac" denmesi gibi. Dolayısıyla, hipster diye bir kavramın oluştuğunu ve yakında son düğmesine kadar iliklenen gömlek, vans ayakkabı ve büyük ev ablukada klişelerinden kurtulup düzgün bir çerçeveye oturacağını düşünebiliriz.

Lakin; şu aşağılama olayı oldukça ilginç ve "hipsterlar camiası olarak hepimiz buradayız" demek yerine "hipsterlar sarmış dört bir yanımı" derken o kafada ne tilkiler (veya ne somonlar) dönüyor, merak ediyorum. Kendini, değişik olayım derken alabildiğine sıradan olduğunu fark eden ve bu yüzden özellikle aidiyetçi söylemlerde bulunmayan bu camiadan ayrı tutarak bu görüşü körüklemek mi niyet?

Örneğin biri çıkıp da "ay Küçükçiftlik de aynı Brooklyn olmuş" dediğinde o insan hakkında farklı mı düşünmem bekleniyor? :)

Çember genişlesin, çerçeve belirlensin iyi hoş da, bir takıntım da belli birkaç müzik grubunu takip ediyor veya o bile değil, soundcloud veya hypemachine'e dadandığı için ordan buradan değişik müziklerle karşı karşıya gelip sürekli onlardan bahsediyor diye kişinin kendini pek şekilli sanması... Bu akşamki konserler buna güzel örnek oldu: Metronomy dinliyorum diye ve sırf bu yüzden gevreyen kimse varsa, pekala gidip CV'sinin hobiler kısmına müzik dinlemek de yazabilir, bence sakıncası yok.

Sonuç itibariyle, benim bu akım, tür ya da modanın şu anki haliyle ve bu geçiş dönemindeki kafa karışıklığı ile ilgili görüşüm, şundan ibaret:



Bir de rica edeceğim, şu kafayla hippiliği bir ayıralım; hayat görüşleri oldukça ayrı olan bu iki tarzı birbirine karıştırmaya hiç gerek yok.

(Yazıyı da Helvetica ile yazdım, hadi yine iyisiniz lan hipstırlar, #kips)

Madonna Görüş Günü: 07.06.2012


O yukarıdaki zımbırtı var ya, Johnson's bebek şampuanının üstündeki "no more tears / gerçek göz yakmayan" ibaresi gibi kondurmuşlar oraya... Bakın orada ne yazıyor:

Bu iki anlama gelebilir:

1. Bir sütunun arkasına denk gelecek ve Madonna'yı kısmen izleyeceksiniz (ama olsun, belki güzel şeyler hep sizin tarafta kalır*)

2. Madonna'yı parmaklıklar veya teller ardından görebilecek, lakin yanınızda getirdiğiniz temiz don-atlet, sigara veya baklava gibi şeyleri gardiyanlara teslim edip kendisine iletileceğini umacaksınız.


Benim anladığım bundan ibaret.

Teşekkürler Biletix, yarısını karaborsacılara yedirdiğin Madonna biletlerinin aynılarını, farklı kategoriler altında farklı fiyatlara sattığın için vezgeçilmezsin.



* DOT Tiyatro'nun Güzel Şeyler Bizim Tarafta'sını mutlaka izlemelisiniz.
Biletler -ne yazık ki- Biletix'te.

Can Bonomo kim ya?

Bir adam var, senin arkadaşın bile değil. Şarkı söylüyor bu adam. Bir arkadaşın arkadaşı dinletmişti bir gün Çengelköy'e, kahvaltıya giderken. "Bu ne?" demiştin, "Şaşkın" demişti. "Peki kim bu?" demiştin, adını söylemişti: Bonomo. Grup adı sanmıştın, internette aramıştın, bir şey çıkmamıştı. Haftalar sonra aynı arkadaşına gidip "abi sen bana bir şey dinlettin ya, neydi o?" demiştin, öğrenmiştin, çocuğun adı Bonomo'ymuş meğersem. Can Bonomo. Bonomo ne komik bir ad değil miydi, kameraya 333 demek gibi bir şeydi.

O şarkıyı arkadaşından edinmiş, manyak gibi dinlemiş, çok sevdiğin diğer şarkılar gibi kendinle özdeşleştirdiğin sözcükler, cümleler bulmuştun içinde. Ofistekilere dinletmiş, aynı "kim bu?" sorusuna sen yanıt vermiştin bu kez: Can Bonomo. Uzayan mesailerinizin kafa dağıtma şarkısı olmuştu Şaşkın.

Sonra bir gün Moris gelmişti -çünkü Moris gelmekte ve gitmektedir hep-, sıcak denebilecek bir akşamda alternatif çimlerde oturmuştunuz tayfayla. Moris "durun size Bonomo açayım" demişti ve çıkarmıştı telefonu; işte diğerlerinin bildiği ve bilmediği tüm şarkıları ("abla" gibi mesela - sahi, ne oldu o şarkıya?) dinlemiştin orada. "Bana bir saz verin" ne güzeld dimi ya? İlerleyen günlerde Moris'in yakasına yapışıp istediğin kayıtları almıştın, ama formatları iPod'a uymuyordu ne yazık ki.

Sonra albümü çıktı Bonomo'nun. Twitter'da takip edilmemekten korkmayan bir grup olarak abandınız hashtag'lere, #canbonomo TT oldu. Bu sefer değişik sordu insanlar: "Can Bonomo kim ya?"

Albüm için seçkin müzik marketlere bir gittin olmadı, iki gittin dağıtılmadı henüz dediler, sinir oldun, Meczup'u yazdın hemen o akşamki lansman konserinden önce, aldı İzmirli dostlar götürdüler seni Babylon'a. Konser öncesi biraları içerken köşede, ayaküstü tanıştınız bile (ama o seni hatırlamaz bence). Sonra konser başladı. Bonomo, kendi deyimiyle kapılarını aşındırmış, gitmiş gelmiş ve sonunda sahneye çıkmıştı işte orada, heyecanlıydı, şaşkındı, güzeldi. Albümü aldın çıkışta -sonunda!- aslıko'yla imzalattınız, o buzdolabının üstünde fotoğrafını taşıdığından bu ilginç adamın ve hatırladığından "bak şu şarkıyı şurada yapmışlardı"larını, ona yazılan yazı da değişik oldu haliyle ama seninki de hiç fena değildi: "Hep benimle kal, hiçbi derdin olmasın!"

12341234 diye sekiyor muydun metroya yürürken? Eh, müziğin böylesi güzeldi.

Kaldın bu ilginç adamla. Örovizyon umurunuzda değil ama bu bahaneyle onden birkaç şarkı daha dinlersiniz yeni albümü beklemeden.

Ne yaparsa yapsın, kaçıncı olursa olsun; katlanarak büyüdü ismi halk nezdinde. Her gün daha çok insan soruyor "Can Bonomo kim?" diye. Onu tanımayanlar için üzülmüyorsun ama, uzun zamandır müziğiyle tanış olmanın tatlı bir tarafı olduğu da doğru dimi, itiraf et...

Evet, evet aynen öyle!



Bu yazı, eşzamanlı olarak
portakalsuyu'nda da yayınlanmaktadır.

takıl yani

omçilik gelsene lan miami söyleyelim

bu akşam BEA konserinde yine ses tellerimi zorlarken bu kez böyleeee hoşuna gidenler başına gelenler kadar senin olamazlar diye, yazmayı düşündüğüm şeyin başlığı "takıl yani takmıyo belli" olacaktı. şarkının adı da oydu zaten. ondan.

konsere hoplaya zıplaya gittiğim yetmiyormuş gibi, şu an da inanılmaz keyifliyim. takıl yani, bu takıyo belli (o zaman, welcome to miami!)

bize her yer ibiza olduğu gibi, bize her yer miami de olabilir, dimi?

yanıbaşımdan

İnsanı insana hatırlatan şarkılar değiştiğinde, bunu bir kişiye, iki kişiye, o kişiye haykırmak istersiniz. Sonuncusu olmaz. Zaten olmayacağı için şarkı değişmiştir.

İnsanı insana hatırlatan şarkılar değiştiğinde, bir sigara yakmak farzdır.

ellerin uzanmasın
uzak dursun dedim
sakın dokunmasın
hayal ettiklerim
bana yakışmasın
inancım yok benim


Fotoğraf: asluuu
(13. cuma, Mayıs 2011, Boğaziçi)

Aheste çek kürekleri, mehtap uyanmasın...

Aheste çek kürekleri, mehtap uyanmasın...

Türk musikisine frak giydiren adam, Münir Nurettin Selçuk (1900 - 1981)


Annemle, ölümünün 30. yılında Münir Nurettin Selçuk'u Anma Gecesi'ne gittik Cemal Reşit Rey'e. Bir sürü yaşlı başlı, sarı boyalı fönlü saçları ve fırfırlı yakalı ceketleri olan teyze ve ceket ceplerinde kumaş mendiller taşıyan amcanın ortasında, salondaki yaş ortalamasını oldukça düşürerek oturdum ve onları doğal ortamlarında gözlemledim. Bu doğal ortamda arkaplanda bir tenni tenni tennenni teneneeey sesi duyuluyordu her daim, derinden. Bir yaşlı arkadaş grubunun karşılaşması ile ağzımın yüzümün yamulmasına mani de olamadım. Hemen yanıbaşımızda bir diyalog aynen şöyle gelişti:

_ Hanfendiciğim nasılsınız?
_ İyiyim, siz nasılsınız? Bu konserler olmasa görüşemiyoruz Mehmet Bey.
_ Evet, evet... Neyse ki Facebook'ta buluşuyoruz hah-hah-hah...
(Gülüşmeler)

Lan!? Biz bu sosyal medya denen şeyi pek genç işi zannederken, annemizi babamızı geçtim, dedemiz olacak insanlar feysbuktan yazışıyor birbiriyle, belki de Rakı Sofrası uygulamasından yanardönerli meyve tabağı gönderiyorlar, falan :) Bana sorarsanız olacak iş değil ve her ne kadar sansüre karşı olsam da "açmayın dedeler" arkadaşım yaa, yaşlıların birbirini sanaldan dürttüğü düşüncesi hiç hoşuma gitmiyor.

Ben böyle şeyler düşünürken konser başladı. Türk Sanat Müziği'ni çok seven biri olmama rağmen benim için biraz fazla klasik ve ağırdı program. Birçok şarkıyı da bilmiyordum açıkçası. Ya da şöyle diyebiliriz, "dönülmez akşamın ufkundayız" gibi çok bariz şarkılar ile, bir sürü Cahit Sıtkı Tarancı, Yahya Kemal Beyatlı şiirini biliyordum. Bildiğim neredeyse her şiirin bir güfte olduğunu şimdiye dek fark etmemişim yalnızca (böyle şeyler sadece eski Ajda ve Hümeyra şarkılarında olur sanırdım, "sessiz gemi" kafası).

Arka sıramdaki dedeler grubundan biri bas-bariton sesiyle ve defaatle arkama dönüp tehditkar bakışlar atmama rağmen, sektirmeden tüm şarkılara eşlik etmeseydi çok daha güzel olacaktı elbette. Biri ayar verdi nitekim sonunda "beyefendi rica ederim mırıldanmayın, konsere kendimi veremiyorum." Eh, gerçekten öyle, Iron Maiden konseri değil ki bu, sesini duyurmak için çırpınasın? Lakin gördük ki, yaşlılarda da var "ben bu şarkıyı da biliyorum"u herkese gösterme ihtiyacı...

Solist Münip Utandı (ki bence adamcağızın ismi, sanat müziği yorumlamak dışında başka herhangi bir meslek icra etmeye müsait değil), kızı konuk sanatçı Merve Utandı ile sahnede gerçekten "döktürdü". Yorumlar çok güzeldi, sesler dupduruydu, plak dinler gibi dinledim tüm konseri. İster istemez, aklımdan şu düşünce geçti: Müziğin canlıları ve duygu durumlarını ne denli etkileyebildiği aşikarken, daha çok Türk Sanat Müziği dinleyen bir nesil olsak daha mutlu, daha kibar, daha sakin mi olurduk acaba?

(13 Nisan 2011, İstanbul)

kek gibi kararlı olsam

Canavar Banavar'ı istiyorum!


Uzun zamandır bir konserde, dün Büyük Ev Ablukada konserinde eğlendiğim kadar eğlenmemiştim. Gerek kısa şehir içi mesafelerde, gerekse de İzmir gibi uzun yolculuklarda dinlete dinlete kafalarına soktuğum, camları açıp Alsancak sokaklarını inlettiğimiz bu grubun konseri için bilet aldım ve gittik arkadaşlarla, şarkıların tümünü bilen bir tek ben olsam da bas bas bağırarak eşlik ettiler onlar da, kafadan attıkları sözlerle de olsa. Vec'in lilisi, benim tayyarım bir; havadar ve bil iki kez söylendi. Nasıl manasızca bağırıp çağırıp dans ettik, haddi hesabı yok. İstediğim tam da böyle bir şeymiş, hardcore Büyük Ev Ablukada!

Oradan çıkıp taksiye bindik, doğru ENSO partisine. Yolda kestirip, Kuruçeşme'deki 8th Hill'de uyandı bu tayyar. Davetliydik ya, assolist gibi en son girdik mekana. 8th Hill, bu tip her mekan nasılsa aynen öyleydi, denize tam karşıdan baktıran harika bir manzara avantajıyla tabi. Biz gittiğimizde hala tıklım tıklımdı içerisi, ki okul partilerinin artık hep ardışık günlerde olduğunu düşünürsek bu bayağı iyi bir şey. Ve tabi kızlar aşırı süslü, oğlanlar aşırı ortam çocuğu görünümündeydi, yani bu jenerasyonun tipik bir örneğiydi içinde bulunduğumuz yer. Olduğum yerden sütlere bakarken gelecek yılki başkanın şimdiden belli olduğunu düşündüm. Hadi hayırlısı bakalım.

Büyük Ev Ablukada üzerine Serdar dinlemek en en en istemediğim şeydi ama bu bizim bir arkadaşa "sana bir önerim olacak, hayatından mikiropları at!" diye seslenmemize engel olmadı. Bazılarımızın hayatından atması gereken mikroplar var, gerçekten. Bunlar bazılarımızı özellikle kafayı bulduğumuz zamanlarda rahatsız edip kısa mesajlar yazdıran, hoppaa diye dans ederken bir an durup, bir an kötü olup gözlerimizi dolduran hayalet gibi mikroplar. Genelde, sadece zaman ile defedilebiliyorlar. Başka bir dermanı yok gibi, başka bir çivi de sökmüyor bu mikropları (başka bir çivi sadece başka mikroplar bulaştırıyor halihazırda bağışıklığı azalmış bünyeye).

Benim merakım aslında şu: Hep bazal bir mutsuzlukta durmak mı daha iyi, yoksa gün içinde, güneş ışığında bakıldığında mutlu, içerken, arkadaşlarla beraberken en şen şakrak olup da kendini kaybettiğinde kendini kaybedercesine üzgün olmak, ağlamak ve kendini paralamak mı... Hayatının ışıklı döneminde ışığı alabildiğine saçmak mı, sonra tamamen karanlığa gömülebilmek için? Bir şarkıyı gündüz en çok sevip, gece en çok onunla ağlamak mı, sizce?

Ah, unutmadan, bir de ne oldu... Dün yine akşam birini göreceğimi sandım, öyle dedi, kendisi dedi bu sefer ve ben yine tuzağa düştüm, kalbim yine capsli, yani caps lock'lu böyle KOCAMAN bir takla attı; ve yine hiçbir şey olmadı. Bu noktada artık altımda ağ olmadan yerden yükselmiyorum ama biliyor musunuz, ağa düşünce de canı acıyor insanın. İpler kesiyor derisini, bir şey oluyor işte yine, ama ertesi gün geçiyor. Ertesi gün öğle saatlerinde, akşama kadar evde pineklenecek güneşli bir güne uyandığında insan daha iyi oluyor, hep daha iyi ve daha kararlı... Bir daha, takla atmaya kalkan kalbe çelme takmaya kararlı; bir daha umutlanmamaya kararlı, bunun son olmasına ve bir daha "bir daha" dememeye kararlı. Kek gibi.

nil

Sertab'ın Otobiyografi konser kaydını severek dinliyorum arada. Konserde Sertab hariç birçok sanatçı var; Levent Yüksel allahın emri, Sezen Aksu da öyle, sonracıma Fahir Atakoğlu, Demir Demirkan, Özge Fışkın, Nil Karaibrahimgil... Ve belki birileri daha, şimdi hatırlayamadığım.

Beraber söylenen her şarkı sonrasında, sahne alan şarkıcının adını bağırır Sertab, onurlandırmak için. Ses çıkmaz, sadece alkış duyulur, tahminimce ufak bir reverans yapar onlar da seyirciye, tek kolları havada "asıl o!" dercesine Sertab'ı göstererek.

Onca adam arasından bir tek Nil geri bağırır "Sertab!" diye.

Kendi sahnesiymiş gibi, ev sahibiymiş gibi.

Ne yaparsa yapsın, ne yazarsa yazsın, ne kadar hoplatırsa hoplatsın bizi yeri geldiğinde,
Nil'i sevememe sebebim işte bu andır.

abi, ev!

abi, ev abi, ev ev güzel ev abi ya!

üç gündür internetin delirtircesine rezil olduğu bir uludağ otelinde (çünkü bir uludağsına iş için giderseniz otelde internet lazım olur, artı, internet lazım olacak zaman olur) sürünüyorum. erke bugün "dinamo fm'in çekmediği yerde medeniyeti sorgularım" gibi bir şey yumurtlamış. ben de havada uçan internetin bilgisayarıma uğramadığı yerde medeniyeti sorgularım arkadaş. sutton holiday inn bir, uludağ grand yazıcı iki.

şimdi eve ulaştığım için ekstra mutlu olduğumu kestirebilirsiniz.

kafamı toplamış ve internet bulmuşken evden çıkmamak istiyorum. zaten biletler yeterli mi bilmiyorum, sorgulayacak mecalim de yok, özlemişim evimi. hani biletler beleş olunca ilk "ben geliyorum!" diye zıplayanlardan olmanın ve "ooo parayı buldunuz ya her okasyona gidin ulan piçler" tadında bi lafı vaktiyleparayıbulmuşlardan yemenin bir anlamı kalmıyor ya...

amaaan, neyse ne be.

gitmeyi istemeyen tarafım isteyen tarafı dövdü abi, yarım yatağa uzanınca öbür yarım kalkamıyor. bir yanım tembel, bir yanım enerjik. ayrıca dört yanım üzgün, bir yanım meraklı (sadece olan biteni izlemek ve kıkırdamak için), o yüzden oi va voi de bensiz söyleyiversin. yalnız hora'yı benim için söylesinler. orada hora'yı benim için söyleyecek kimse yok. vecmi olsa onu görevlendirirdim bu iş için. biçilmiş kaftandır. hint kumaşından kaftandır hem de.

kafam çekmiye. yemin ediyorum kafam çekmiye ama neyi, kendimi kanıtlamanın artık hiç umurumda olmadığı bir yerde kendimi kanıtlamak için uğraşıyor gibi gözükmüş olmayı mı, sürpriz yumurta sunumları veya 50 kişinin karşısında birden yokoluveren son dakika slaytlarını mı, bunların hiçbirinin aslında kafanın çekmeyeceği sazlı sözlü şeyler olmayışını ve benim inatla bu cümleyi uzatışışımı mı...

hah.
görünen o ki evimle birlikte klavyemi de özlemişim.


(20 Ocak 2011, İstanbul ulan!)
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!