kendi kendime hiçbir şeyi halledemiyorum, hiçbir şeyi atlatamıyorum; birinin ittiği yerden, ya da birine çarpıp kendim düştüğüm yerden (kendini suçlama kafası yine evet) kalkamıyorum, arkamı dönüp gitmek ya da en azından uzaklaşmak daha iyi olacak diyorum, biliyorum ama gidemiyorum, çünkü bir sabah lanetler içinde uyandığımda hayatımda olabilecek en kötü şey birinin benim hayatımdan çıkmasıymış gibi oluyor -ben onun hayatından çıkamadan hem de-, kendi kendime, sanki bir şey yapmışımcasına, içimden geçen bu düşünce yüzünden bile vicdan azabı çekiyorum ve yorgana sarılıyorum, karnımda bir yumruk, daha atılmamış ama ağır işte orada, hissediyorum.
of.
nasıl olacak, ne olacak, bir gün geldiğinde her şey düzelmiş olacak mı, büyük bir kavga mı kopacak -olası değil ki bu?-, yoksa bu mahvoluşun altından kalkamadığım her an karaladıklarım ve bana kalsın istenenler bana kalacak, ağzımı açıp edemediğim her laf beni hayatım boyunca kovalayacak ve ben bir yakın bir uzak, bir sıcak bir soğuk bu şokla hafiften çatlak, kalacak mıyım, kırılmamak için tutarak kendi kendimi ama öyle çatlamış işte yine de...
"sana anlatmadığım ne olduğunu düşünüyorsun ki?"
icabında, her şey yalan.
ben, elimin gittiği her tuş için ayrı üzülüyorum, ayrı yok oluyorum, hem rahatlıyor hem de korkuyorum (hem rahatlıyor hem de korkuyorum, evet), çoğunlukla da vazgeçiyorum yazmaktan ama işte böyle, hiç dinlememem gereken şarkılar dinlerken bazen bana geliyorlar iyi saatte olsunlar. habersiz geliyorlar. bu sefer bir parantez getirmişler, hediye. içi de dolu üstelik. bak, bir parantez nasıl tersine döndürüyor işleri:
hiçbir kimse inanmaz sana benim (inanmadığım) gibi,
icabında.
Bahçelerde Börülce
1 yıl önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder