... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

gece yazarı

Bazı geceler sigaraya başlamak gerekir, başlanmaz. Babaanne ölür -ki öldü-, anne ölür -tık, tık, tık; Allah muhafaza- bir şey olur, bir arkadaş sigara uzatır, alırsınız, hop, varan bir.

Şimdi ben bu sigara içilmeyen odada sigara içmek istiyorum; her şey olup, hiçbir şey olmadan (olmayan) bu günde.

Cioran, ”Her yazarın yazdıklarına bakıldığında, düşüncelerinin gündüz düşünceleri mi, yoksa gece düşünceleri mi olduğunun anlaşılabileceğine inanıyorum.” diyor. Kendisi kuşkusuz bir Gece Yazarı idi. Hem de en koyusundan. Bizden de Vüs’at O. Bener’i saymak gerek.

Beckett ise hiç gündüze varmayan, upuzun bir gecenin kendisi gibi. Şöyle bir yüzüne bakmak yeterli sanki.

(Gece Yazarları, Nesimi Yetik)

http://www.afilifilintalar.com/gece-yazarlari-gunduz-yazarlari

Ben Vüs'at O. Bener'den iki sayfa okuyup "noluyo lan?" deyip kapattım kitabı bu gece (olumlu bir "lan"dı bu). Gece diyorum, çünkü dışarısı kapkaranlıktı. İlla ki cam kenarı alırım ben uçaklarda; koridor sevmem, ortaysa tam cehennem.

Dışarı baktım, sanki yeterince uzun süre bakarsam bir şey görebilecekmişim gibi, kara görünecekmiş gibi... (Bak, kara görünmesi ve tünelin ucunda ışık görünmesi. Işık beyaz. Kara, siyahla sesteş. İkisi aynı şey oysa ki.) Yeterince uzun bakarsam dışarı, ben bugün -kafam rahat- şirketten 4'te çıkıp, 19:20 uçağından önce bir çay içecek fırsatı bulacakmışım, o zaman bir gece önceden Adana'ya gelmek, Onurlu'nun el classico davetini geri çevirmek falan (futbolla alakam yoktur -olmadığı için davet ediliyorum inatla- ama olsun) bana o kadar koymayacakmış, ben gelip otelde bir rahat nefes alıp, özellikle yaparım diye getirdiğim kendime dair angaryalara zaman bulacakmışım gibi olacaktı, zaman dönüp bu kez benim işime yarayacaktı. Ama heyhat, ben tam iki saat on dakikada, boş yolda 20 dakikada gittiğim yolu gidemedim ve ben, uçağı kaçırdım, bir sonraki uçağa bindim, saat 23:53, otele girip duşumu alıp ağlayacak zamanı ancak bulabildim.

Ben biliyor musunuz, ben var ya, ağlamıyorum bile. Sadece geriliyorum, sıkılıyorum, bir mengene sıkıyor içimi ve ühühü diye bir ses çıkarıyorum, gözümden yaş damlamıyor benim.

Bak, ne anlatacağım şimdi, çok ilginç değil, uyarayım önceden...

"Oha, 26 yaşındayım lan ben."

Oha, 26 yaşındayım gerçekten. Bunu sesli söyleyince daha gerçek oldu sanki. 26. Yirmi altı.

Küçükken, 24 yaşında evleneceğimi kurmuştum kafamda. Öyle bir yaş belirlenir ya, kızlar bilir... 26 yaşında da belki doğracaktım, belki biraz daha bekleyecektim, bilmiyordum henüz.

Friends'teki Rachel misali, "yaptığım planlardan ne kadar da uzağım" diye ağlanmayacağım. (Planlar değişir zamanla. Hem şimdi düşünüyorum da, 24 yaşında evlenmek de ne demekmiş zaten?) 26 yaşında insan 26 yaşında olduğunu fark ettiğinde, ben nereye gidiyorum, ne yapmaya çalışıyorum (bir şey yapmaya çalışıyor muyum?), bir yere uzak mıyım, en yakın kıyıya tutunmalı mıyım, neden bazı ilişkiler içinde ergen gibi boğuluyorum diye sorguluyor kendini. Bu sorulardan bazılarının yanıtları yok. Bu sorulardan bazıları yanıtlarını başkalarında buluyor; insan bazen kendini başkalarına anlatırken anlıyor, ya da konumlandırıyor diyelim hadi, pazarlamacı ağzı olsun.

Ben kendimi mutsuzlukta konumlandırdım, bu hisle özdeşleştirdim ve buna gittikçe daha çok inandım. Artık insanlar bana "yorgun görünüyorsun" demeye başladı yorgun olmadığım nadir günlerde bile. İnsanlar, hem de beni çok iyi tanımayan insanlar bana "sende bir şey var, hmm, enerjin düşük senin!" demeye başladı, ki doğrudur. Biliyorum. İş beni çok yoruyor. İnsanlar beni çok yoruyor. Bir şekilde insan sevmeyen insanlar beni çok yoruyor, sürekli bir şey öğretmeye veya bir şey sınamaya çalışan insanlar da öyle.

Belki ben artık kimseden bir şey öğrenmek, kendimi geliştirmek filan istemiyorum; daha doğrusu bu dert ile çıkmak istemiyorum yola. Öğrenecek bir şeyim olmadığından değil, haşa! Ben sakince gezinirken de bir şey görür, duyar, yapar ve öğrenirim illa ki; sadece kendi halime bırakılayım istiyorum.

Ve 26 yaşımda yanımda basitçe biri olsun istiyorum. Basit biri mi, değil belki, ama basitçe yanımda olan biri. Ne lazım, bunun için ne lazım? Ketum mu olucaz bundan sonra? Olalım. "O" hep ön planda, birinci sırada, orta yerde olacak, hiçbir şey "o"nun kadar önemli olmayacak mı? Olmasın, sikerler afedersiniz. Güçsüz gibi mi davranacağız? Bilmem, birine ihtiyacım olduğu hissini verecek kadar güçsüz olabilirim herhalde. Her an sevişecekmiş gibi bakımlı filan mı olacağız? Onun için bu kadar yoğun ve yorgun olmamalı, ama peki. Hayatımızda vazgeçilemeyen başka kimse olmayacak mı? Zor değil; karşılığını alacaksak.

Şimdiye kadar öbür türlü sevdik, olmadı. Kaybetmeyelim diye başka türlü sevdik, baktık o da olmamış. Ee?

Artık her şeyden sıkılıyorum, herkesten çoğu kez. Artık kimsenin, en aylak adamın bile hani, dönüp "ama ben hiçbir şey okumuyorum" diye kendini savunmak zorunda hissettiği şekilde ("ama ben kimseye söylemedim der gibi - aynı mı?) takip edilmiyorum, gerçekte de, yazıda da, artık o ihtiyaç yok, çünkü gerek yok. Çok acı. Bitmiş(im), görüyorum; yenileneceğimi biliyorum ama ne zaman? "Geçici olarak servis dışıdır." yazıp üstüme, basıp gitmek istiyorum.

Bir gün düzelecek mi diye sordum camın dışındaki karanlığa, içim bana "ühühü" dedi. İçim hala toparlayamadı kendini. Hala bi salaklık var, ne kadar kızsa da. Oysa bu kadar kızdıktan sonra geri dönüş yok ki. Rahat yok bana. Kendimi de affetmiyorum, her şeyin üstünün kalınca çizildiği o meşum tarihin hem öncesinde hem de sonrasında kendimi bunca paraladığım için. Bir gün canını çok fena yakacağım, belki ancak öyle alırım hırsımı. Sadece bunun için bile kitap yazabilirim. Yazarım ki dayanamasın sevgili arkadaşım, başkalarının gözünde gördüğü kendine. Çünkü kendine dayanamıyor o.

Ben de kendime dayanamıyorum, hala aynı şeylerden bahsettiğim için. Tüh bana be.

Sezo'nun bir lafı vardı: "Bundan sonra hayatıma yeni gireceklere eyvallah, ama zaten orada olanlardan, kalan kalmıştır zaten" gibi bir şey. Şimdi düşünüyorum da, o da 26 yaşındaydı bu lafı ederken ve tesadüf bu ya, ben şimdi anlıyorum bu lafı tam anlamıyla.

Hayatıma yeni gireceklere eyvallah, başım üstüne. Hayatımda olanlar da hep benimle; çünkü bundan sonra kimseyi daha çok kaybedemem.

Oldukları kadar kayıptır veya kazanılmıştır herkes ve hep hak ettikleri kadar.


(26 Nisan 2011 İstanbul - 28 Nisan 2011 Adana)

4 yazmadan duramayan var!:

Futbolu sevdirmeye çalışıyoruz abi sana eheh, her zaman davetlisin maçlara, seneye kombine alacağız ehe

 

seneye hollanda'da hayatimda ilk kez maca giderim belki onurlu? :)

 

cok sey ogrendim

 

senin adina cok sevindim Adsiz.

 
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!