Kısa bir süreliğine de olsa o serbestiye sahip olanlara, gıptayla...
Yapabileceğimden değil ama "beni biraz idare ediverin" diyebilmek; imkanım olduğu halde yapmadığımı bilmek isteyebilirdim.
İlkokulda dershaneye gitmek lükstü. İhtiyacım var mıydı gerçekten? Sanmıyorum. Ama "gel sen gel" dediler, gittim. Lise 1'de müdür muavini beni çağırıp üç tane dershaneden hangisine gitmek istediğimi sordu, birini seçtim. Üniversitede şehir değiştirmem gerekmedi, tercihleri yazarken bile uzaklaşmayacağımı biliyordum. Çünkü İstanbul'dan gitmek, civar şehirlere taşınmak gerekmezdi. En iyiler burada da vardı, en kötüler de en iyi öğrenciler için değildi.
Sonra istediğim şeyleri yaptım. Arada elimden kaçan şeyler vardı ama bir şeylerin benim için olabileceklerin en iyisi olduğuna uzun bir süre inandım. Belki öyle oldu da. Belki ben tüm yaptıklarımı lehime çevirmeyi, satmayı, şişirmeyi beceremiyor; doğrucu davutluk yapıyorumdur hep. Neyse ne, sonuçta işi gücü, arabası, ceketi, çekçekli valizi ve iki telefon hattı olan biri olup çıktım. Biliyorum, ayaklarının üstünde durmak bu demek. Manevi olarak bana "ayaklarının üstünde duruyor olmak"tan başka bir katkı sağladığından; insanlar beni çok takdir ettiğinden, güçlü addettiğinden, eve çıktım diye beni alkışladığından, zamanında peder beye yük olmamak için aldığım kredileri çatır çatır kendim geri ödüyorum diye bana minnettar olduğundan değil. Bu duruş sırf egoyu destekleyip sırtı dik tutuyor. Diyeti ağır bu duruşun: Yorulup oturmaya karar verirsem kaybedecek çok şeyim olacak.
Benimkiler geçici oturmalar oldu o yüzden. Bir gün arabamın içinde oturup kaldığımda örneğin. Anladım; ben o kadar ağırdım ki, arabam benim ayağımı yerden kesmiyordu. Çekçekli valizin çıkardığı sesten ise nefret ediyordum. Sonuçta, kafamı suyun üstüne çıkarıp deriiin bir nefes almaya çalışmak ve tekrar batmak, sonra tekrar çıkmak daha yorucuydu yüzmekten. Olmadı işte.
Olmayabilir.
Çok pis bir laf edeceğim şimdi: Biz sıradışı insanların işsizliği, gerçekten işsizlik değildir. İnsanların "sen bir baltaya sap olamadın", "geleceğin yok" dediği, birbirinden ayrıldığı, kavgalar ettiği anlar bizim için iki iş arası veya büyük bir girişimin habercisidir ancak; elimizi aslanın midesine kadar sokmadan önce derin nefes alma aramızdır.
Lakin bu arada da "yaşayabiliyor" olmak gerekir. Yaşamak veya yaşatılmak gerekir, ikisinden biri.
Bugüne dek benim bildiğim her şeyi ailem de biliyordu. Aldığım kredilerin kendilerine kalmayacağını bilen kefiller olarak verdiler bordrolarını bana. Dünyanın en içi rahat kefilleri onlardı.
Şimdi, hayatımda geldiğim yerde, bir omuza yaslanıp ağlamak veya sırtımı bir yere dayamak isteyecek kadar mutsuzum. Bir süreliğine kefil değil, sponsor bulmak istiyorum.
Ama heyhat. Artık, bu yazıyı yazmak lüks.
1 yazmadan duramayan var!:
"şöyle bir yayıp otursam" zamanına geç kaldığını aydığında içi buruluyor insanın.
Yorum Gönder