Dün evde temizlik yaparken televizyon açıktı, başbakan RTE'nin çılgın atmalarına tanık oldum. "Çıraklık, kalfalık dönemi bitti, ustalık dönemi başlıyor" (i.e. ağzınıza daha isabetli sıçabilecek tecrübeye eriştim) diyordu, "hedef 2023" diyordu, "çılgın projem yakında" diye gümbür gümbür gelişini muştuluyordu.
Bir yandan da geçen haftaki Fransız muhabbetini çok sevdiği ve sırtı bu yeni van minüt zaferiyle sıvam sıvam sıvazlandığı için, espriyi başka boyutlara taşıyıp "Fransızlar da bir şey mi, burada kendi ülkesine Fransız olanlar var eh eh eh" diye muhalefete laf sokarak gevriyordu.
Her yıl 1 milyon insana iş verme vaadini gerçekleştirmede şimdiye kadar neden bir arpa boyu yol gidemediğini sorgulayacağım bir yazı değil bu, şimdiden söyleyeyim. Yukarıda içimi bir nebze döktüm, şimdi derdim başka.
RTE, "Belçika'dan buradaki bir olaya bakılarak Türkiye hakkında yorum yapılamaz" deyip, bu ülkenin onurundan, gururundan dem vurdu; silahın önüne atlayan kahraman adam gibi icabında hayatıyla filan savunacağını ima etti bu vatanı. Yapar veya yapmaz demiyorum. Merakım, o kafada nasıl bir kariyer planı izlendiği.
Kendime ve etrafıma bakıyorum; işinde gücünde, genelde işini ve beraber çalıştığı insanları sevmeyen, zaten sevmek zorunda da olmayan (sevme ama saygı duy kafası); "olmadı kaçarız"cı bir grup insan görüyorum. Patron çıkıp bize "bu iş böyle" deyip deve-hendek muhabbeti yaptığında boynumuz kıldan ince bir yerde, çünkü doğru. Çalıştığımız şirketler umrumuzda değil, hani patrondu müdürdü falan var ya, onların da umrunda değil, her şey yükselmek için, "takım", "ekip" gibi laflar birebir konuşmalarda "ama herkes iyi olursa sen nasıl kendini göstereceksin?" veya "iş olur veya olmaz, sen elinden geleni yap yeter" tarzı bireysel tilkilere bırakıyor yerini. Bireysel tilkilerde herkesin kuyruğu kendine.
Sevmek zorunda değiliz bu işleri, meslekleri, şirketleri, bu devranı sevmek zorunda değiliz. Bizi başbakan yapmayan, işte bu. Başbakan olup da milletin onuru, devletin büyüklüğü diye gerinirken aslında içimizden hiç inanmadan yapabilir miyiz bunu? Yemişim Türkiye'yi, diye yola devam edebilir miyiz, edilebiliyor mu? Çok zor değil mi bu? Ülkeyi sevmekten, vatan için canım feda demekten daha zor, değilken öyleymiş gibi yapmak. Sevmeyenler de belli oluyor zaten ama ayıklanmıyor kolayca, çünkü onları seçen adamlar da pek takmıyorlar ülkede ne olup bittiğini. Türkiye'de seçim sistemi, ülkeyi pek sallamayan adamların ülkeyi pek sallamayan başka adamları seçmesiyle ilerliyor.
Çok sevdiğini söyleyenlerin bir kısmı da çıldırasıya, gözüne gözüne sokasıya seviyor, sonra da ulusalcı diye damga yiyor belki. Halbuki şöyle bir uzaktan bakınca, "ulus" kavramını desteklemek, tam olarak hangi tarihten beri ve hangi nedenle tü-kaka bizde, bu moda kiminle çıktı, o da belli değil. Sonuçta herkes aynı yere bağlı belki ama farklı taraflarından, bazısı daha sıkı tutuyor, bazısı her an bırakabilecekmiş gibi gevşek. Parayla imanın ve bir de sıkıca bağlılığın kimde olduğu belli olmaz ama şu bir gerçek: Sahiplenmeden yapılamayacak işler var, sahiplenmeden yapılmaması gereken işler de.
_ Olmazsa olmaz abi, babamın ülkesi mi?
Evet efendim, babanın ülkesi.
(17 Nisan 2011, İstanbul)
RTE-el-cep: http://fotogaleri.ntvmsnbc.com/basbakan-eli-cebinde-konustu.html
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder