... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

Up in the Air: Berbat bir hayat

Up in the Air'i izledim bu gece, şarap gibi adam George Clooney'nin, düşündüğümden iyi filmini. Üzüldüm yahu. Filmin amacı bu muydu? Ben sadece kendimizi sorgulayacağız filan sanıyordum... Neyse, olan oldu.


***And hey, I've looked all my life for you, Now you're here Parlement sinema kulübü ile spoiler başlıyor And hey, I'll spend all my life with you, All my life***


Güldürmediği kesin filmin ama, atlatamadığım arkadaşlık travmalarımın yüzüme vurulmasının beni eğlendirmediği de bir o kadar kesin.

Ben çok ağır çantalar taşıdım yıllarca, okulda pek bir şey bırakmazdım. Bir de benim kitabım benim kitabımdır yani, istediğim gibi kullanmak isterim; o yüzden şimdi IKEA kitaplığımın raflarına bel verdiren kalın kitaplarımı yanımda getirip götürdüm yıllar boyu. Düşünüyorum da, omzum hiç şu an olduğu kadar kadar acımamıştı.

Aşağıda okuyacağınız ne tür bir motivasyonel konuşma veya iyi bir amaca hizmet ediyor mu bilmiyorum ama, benim için doğru.

"How much does your life weigh? Imagine for a second that you're carrying a backpack. I want you to pack it with all the stuff that you have in your life... you start with the little things. (...) Now I want you to fill it with people. Start with casual acquaintances, friends of friends, folks around the office... and then you move into the people you trust with your most intimate secrets. Your brothers, your sisters, your children, your parents and finally your husband, your wife, your boyfriend, your girlfriend. You get them into that backpack, feel the weight of that bag. Make no mistake your relationships are the heaviest components in your life."

*

Kızı karşısına oturtup anne gibi, ya da hadi, küçük teyze gibi tavsiye veren Alex, iyiydi. Natalie, hepimizin arada bir aklına gelen ama gelmesinden hoşlanmadığımız bir şeyler söyledi...

"Sometimes it feels like, no matter how much success I have, it's not gonna matter until I find the right guy. I could have made it work, he really fit the bill, you know. White collar, 6'1, college grad, loves dogs, likes funny movies, brown hair, kind eyes, works in finance but is outdoorsy. I always imagined he'd have a single syllable name like Matt or John or Dave. In a perfect world, he drives a 4 runner and the only thing he loves more than me is his golden lab. And a nice smile."

Bu argümanların çöpe gitmesi için veya böyle kriterler koymamak gerektiğini öğrenmem için 34 yaşına gelmek zorunda olmadığıma sevindim. Kriterler koyduğunuzda, karşınıza çıkan neredeyse herkese "razı olduğunuzu" düşünüp mutsuz olursunuz ve mutsuz edersiniz karşınızdakini de. Bunu erken öğrendim.

Herkesin kötü yönleri, kötü alışkanlıkları var; eminim tanısam çok severim onları.

Belki de hepsi, razı değil, hazır olmakla alakalıdır.

(Ama gülümsemenin güzel oluşu her zaman işe yarar!)

*

"Ryan Bingham: Your resume says you minored in French Culinary Arts. Most students work the frier at KFC. You busted tables at Il Picatorre to support yourself. Then you got out of college and started working here. How much did they pay you to give up on your dreams?
Bob: Twenty seven thousand a year.

Ryan Bingham: At what point were you going to stop and go back to what made you happy?"


Kovduğu bir adamın, sözlerine karşılık verecek hiçbir cevabı kalmadığını düşündürürken beni şaşırtan Ryan Bingham'ın yukarıda dedikleri, bana eski şirketimdeki arkadaşlarımın "bizi kovsalar da kurtulsak" deyişini hatırlattı. Sanki bizi kovup paramızı verseler, ondan sonra hayatımıza hep daha mutlu olacağımız işlerde devam edecekmişiz, istifa etmekten bizi alıkoyan tek şey tazminat alamayacak olmamızmış gibi. Peh. Sıkıntıyı başka bir sıkıntıyla örtbas etmek gibi (siz de bir yeriniz acıdığında başka bir yerinizi, mesela kolunuzu ısırır mısınız odağı dağıtmak için?)

Sonuçta kovulmadık, istifa ettik ve gördük ki, bizi daha mutlu olacağımız işler yapmaktan alıkoyan tek şey memur kafamız, nasıl diyelim, 'bugüne ve geleceğe güvenle bakma' isteğimizmiş.

Bir de görüşmeye gittiğimiz ve bizi alacaklarını sandığımız, kriterlerimizi düşürmeye razı olduğumuz o yerin bizi işe almamasıymış.

*

"I googled you. That's what modern girls do when they have a crush on somebody."

Well, I may say that is just good sense :]

*

Amélie / bahçe cücesi göndermesi, oldukça iyiydi.

*

Berbat bir işti Ryan denen adamın filme konu olan işi. Bu sıkıntıya girmek istemeyen ve bu sıkıntıya girmeme lüksünü karşılayabilecek parası olan şirketlerin elemanlarını onlar için kovuyordu; bunun için yılın sadece 43 gününü ev dediği ve nefret ettiği otel odasından bozma yerde geçiriyor, kalan sürede sürekli uçuyordu, deli gibi mil biriktirmek için, Küçük Prens'in önemli iş adamı vardır ya, onun gibi millerini bir kağıda yazıp çekmeceye kilitleyecekti herhalde. Kral bile değildi yani adam.

Berbat bir hayat.

Ve insanları kovarken onlara "artık geleceğinizi düşünmeye başlamalısınız" olan adamın, kendi geleceğini hiç düşünmeyişinden aldığı haz, pek ironikti. Yine de adamın fikrinin yavaş yavaş değişmesi, bunun bir film olduğunu ispatlar gibiydi. Gerçek hayatta böyle şeyler olmaz, piç adam piç adamdır, kötü hayat felsefesi de kötü hayat felsefesidir; bir kızın size ayaküstü çemkirmesi aklınızı başınıza getirmez, aşık olasınız yoksa da olmazsınız. Hayat karmaşık değildir, hayat açık ve nettir; onu karmaşık hale getiren şey basit ve tahmin edilebilir -ve yalan- Hollywood filmleridir. Görünen bu.


***And hey, I've looked all my life for you, Now you're here Parlement sinema kulübü ile spoiler bitti And hey, I'll spend all my life with you, All my life***


Up in the Air'i beğendim ben. Üzdü beni birçok açıdan ama, beni üzen birçok şey gibi güzeldi de, birçok açıdan.

Filmin Türkçe ismi hariç tabi. "Aklı Havada" nedir abi? "Berbat bir Hayat" diye çevirivereydiniz ya?!

Neyse neyse, bi şarkı madem, tabi ki filmden:

0 yazmadan duramayan var!:

Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!