Kadın dışarıda bekleyen minibüse doğru ilerledi, bağırmaya devam ederek, arada nefes almak için çok kısa molalar vererek sadece. Bir çocuk ona doğru yürüdü, ne olduğunu anladı, hastane merdivenlerinin önünde, olduğu yere çöktü, yüzünü ellerinin arasına gömüp sarsılmaya başladı. Sonra onun da hıçkırıkları yükseldi ellerinin arasından, boğuk boğuk...
Kadın ve çocuk belli ki yakınlarıyla gelmişlerdi, kim bilir nereden gelmişlerdi, burada insanlar telefonda konuşurken "Antep'teyim" deme ihtiyacı duyuyorlardı, şehirden şehire, hatta başka ülkeye taksiyle gidilen yerlerdeydik çünkü. Sesleri duyup minibüsten dışarı fırlayan bir kızı iki-üç kişi tuttu, kız kavgadaymış gibi kurtarmaya çalıştı kendini, kurtarsa hastane kapısıyla kavga edecekti sanki. Olmadı, kurtaramadı kendini yakınlarının elinden, sesi yırttı yağmurlu, bulutlu, soğuk günü sadece: "Babam ölmesin!"
Babası, ölmüştü.
Ben hiçbir şey yapamıyordum; üniversite mezunu, çalışan, sertifikalı ilkyardımcı, blogger, zırt vırt: Hayattaki hiçbir sıfatın hiçbir işe yaramadığı anlardan birindeydim, üzülüyordum ama neye, kime daha çok üzüldüğümü bilmeden. Elimden sadece ayakta durmak geliyordu. Saygı duruşundaydım sanki.
Kadın gidip birinden sigara istedi ("Bi tane yaksana" "Sen sigara içiyor muydun?" "İçicem şimdi") O kadar içmiyordu ki aslında, kendi sigarasını yakamıyordu bile. Ne kadar ironikti belki de sigarayla ölümü hızlandırılmış birinin ardından sigara içmeyi istemek...
Bense içemeyip attım sigaramı. Hava almaya dışarı çıktığıma bin pişman olmuştum, kahrolmuştum ayaküstü. Şehit ailelerini düşündüm, oturduğumuz yerden verdiğimiz kararları, vardığımız yargıları, empati kuramayışımızı ve aslında kimseyi anlamadığımızı (hala da anladığımı iddia edecek değilim)... Telefona gitti elim, biriyle konuşmam lazımdı, kiminle konuşacağımı bilemeyip koydum yerine telefonu. Kimse yeterince yakın değildi bana o anda.
Ya da ben çok uzaktaydım.
Bilir misiniz, Gaziantep'te Onkoloji Hastanesi dağ başında, her yerden uzakta bir yerdedir... Anladım bugün neden olduğunu. Hasta olmayanlar o çığlıkları duyup, korkmasınlar diye.
(18 Kasım 2011, Gaziantep)
Fotoğraf: buro
Fotoğraf: buro
4 yazmadan duramayan var!:
Güzel yazına bir ufak ilave: Sanırım edhem jötem’di dikkat çeken, modern zamanların bir başka getirisi, hastaneler ve mezarlıkların şehir dışına taşınmasıdır demişti (istisnalar var tabi). Burada elbet ki şehrin sakinlerini mezarlıktan veya hastaneden kaynaklanabilecek salgın hastalıklardan koruma niyeti olduğu kadar, bu hasta/kusurlu/ölü kişilerin gözden ırak tutulma maksadı da var. Eh, çünkü “modern” insanlar, karpediyemzamanınruhuanıyakalavurpatlasınçaloynasın insanları. Öyle olmalı. “Normal” insanların hasta/sakat/engelli/ölü “diğerleriyle” morali bozulmamalı.
Hal böyleyken, Zincirlikuyunun kapısına Ali İmran’ın 185. ayetini yazmak suretiyel insanlar ölümü hatırlatmanın vebali büyük. O ayet mezarlığın kapısına yazılmasa halbüse, ölmeyecek insanlar.
Mezarlıklar için, mantıklı düşünürsek, doğru olabilir bu ama niyet edilen sebepten değil tabi. Hastane için böyle bir şey var mı, gerçekten bilmiyorum ama benim bildiğim, Senatoryumların şehir dışında olduğudur. Adada bi tane varmış mesela, adanın arka tarafında, binası duruyor hala. Hastane için bu çok saçma olurdu. Yakın olacak tabi ki insana hastane!
Teşekkür ederim yorum için de, iltifat için de.
Ben de dün yakınlarda babasını kaybetmiş bir arkadaşımla buluştum. Bu kadar yakınını kaybeden en yakınımdı, kelimelerim düğümlendi, bi sigara yakmak istedim aynen.
Emin ol sigara işe yaramıyor Kültür Şokellası...
Yorum Gönder