Alın size Sfenks bilmecesi: Girdiğinde gururlanılan ve çok sevilen, 3+ yıl içinde hayalkırıklığı ile gitme planları yapılan yer neresidir?
***
"There can be no happiness if the things we believe in are different from the things we do."Freya Madeline Stark
Ben yapamadım. Benim beklentilerim gel-gitin hep gellerinde, gitmiyor bir türlü. İnanmadığım şeyi yapmayı beceremiyorum. İnanmadığım şeylerde boğulup, inandığımı yaptırmayışınıza içerliyorum. Bu idealistlikse, idealistim patron.
38 yaşıma kadar nefesimi tutup şunu diyemem mesai saatlerinin dışına çıkar çıkmaz: "Tıbbın henüz bulamadığı birtakım şeyleri, kanser gibi, yayılan enerjiyle tespit etmek mümkün." Ya yürü git allasen. Bunları söylediğim şirket telefonunu kapatıp sonra aman da araştırma, aman da insan yararı diyemedim, diyemem, bir ben varsa bile benden içeri, ikisi de aynı şeye inanıyor. Elimden gelen bu, ben aynı şekilde düşünen iki kişiyim.
***
_ Kırgınlıkla gidiyorsun değil mi sen şimdi?
dedi patron.
_ Hayır, doğru kelime bu olmazdı. Bana bir yıl önce "sen istifa edeceksin" deseler, "yok canım!" derdim ama işte, gidiyorum. Biraz şaşkınım. Gidiyor olduğum için üzgünüm, sonuçta 4 yıl oldu, ama gidiyor olduğum için içimde var olan bu sevinç ve heyecandan ötürü de üzgünüm. Daha üzgün olmak isterdim çünkü.
Söyledim, oh. Yetmedi, veda konuşmamda da söyledim. Departman, hatta dışarıdan da birileri duydu -ah, en büyük sıkıntı bu değil mi zaten?- patron boncuk boncuk terleyip konuyu dağıtmaya çalıştı, kimse de yemedi.
Yok efendim hayata karşı isyanım varmış da, yok ana muhalefet lideri olsam çok iyi olurmuş da, bana verdikleri
feedback'ler her yerde geçerliymiş de... Oraları geçiyorum. Türkçe konuşamayan ve yazamayan birinin bana "senin yazdığın anlaşılmıyor" demesine, tüm çalışanlarının tiksindiği birinin beni "senin insanlarla iletişimin kötü" diye eleştirmesine izin vermeyeceğim. Arkadaşlarım da vermeyecek. Nitekim, vermediler.
_ Ben bellatrix'i çok özleyeceğim, yan masama bakınca onu görmemek çok zor olacak. Gerçi biz, onun için sevinmekten üzülmeye fırsat bulamadık bu dönemde...
Şıp! Bir ter damlası daha.***
4 yılı ve bana "işten bir tanıdık"tan öte olanları bırakmamın haricinde, zerre kadar da üzülmeyişim... Aidiyetimin alabildiğine önemsiz şeylere oluşu... (belki de dünyanın en önemli şeyleri olmalı onlar?)
Starbucks'ta adımı hep doğru söyleyen ilk barista Yener örneğin, veya "Chai tea latte mi bellatrix hanım?" Zafer (Vec'in pek tipi olan hani!)
Her sabah bana günaydın diyen güvenlikler.
Ali abi.
(Çok uzun) sevdiğim adam.
Karanlıkta sonu görünmeyen tek koridor olabilen koridorumuz.
Şirkete yürürkenki deniz kokusu, en sıcak havada bile esen rüzgar, o sahneden müzikle geçmek. Otoparktan şirket, bir şarkı mesafesinde (bir normal şarkı, veya iki "Yesterday is Here").
15 dakika daha fazla uyumama imkan veren Miles&Smiles Classic Plus kart.
Hacettepe'deki hemşirenin masaüstümdeki Soul Kitchen duvarkağıdını görmesi, bir sonraki vizitimde izlemiş olması, film muhabbeti yapmamız... Şiir yazıyor olması, ona blog açma fikri vermem... Bir başka hocanın, kravatında böbrek resimleri olan ürolog arkadaşına "iyi ki jinekolog değilsin" demesi, bizi kırıp geçirmesi... Uludağ'daki kelli felli profesörün "asıl ben teşekkür ederim, siz olmasanız yapamazdık" demesi... Çukurova'daki çiçeği burnunda doçentin bana kafasını sallayıp Erce kanjim gibi "aynen aynen" demesi... Dönem toplantısının Ice Ice Baby ile açılması ve espriyi yapanlar haricinde sadece benim anlamam; sonra da çıkıp ICE'ı anlatmam... Bodyworlds'ü gezerken MONET'nin, DEGAS'nın göz bozukluklarıyla ilgili yazanlara anlam yükleyerek gülümsemem... İlk kez gördüğüm her yer; Trabzon, Antep, Adana, Bursa, Viyana, Londra...
Bu kadar.
***
The Last Supper (by Kırçiçeği) Giderken güzel gittim. Tüm dolaplarımı boşaltıp, çöplerimi attıktan, son mesai yemeğimi yiyip son masrafımı yaptıktan sonra, elimde bir koli eşya, çıktım bizim binadan, sola döndüm, köprüyü gördüm ışıl ışıl, gözlerim doldu. Toparladım. Güvenliğe girdim, "ben bugün işi bırakıyorum da, kimliğimi vereyim dedim" dedim giderek kısılan bir sesle. "Hayırlı olsun" dediler. Son kez iyi geceler dedim kapıdakilere, sonra taksiye bindim, bu sefer toparlayamadım.
Ağladıysam da yalnız ağladım ama, daha birkaç saat önce veda pastam kesilirken gözleri dolan tek kişi olan kanjimi aradım taksiden.
***
Ha, bir şey daha...
"Sene-i devriye" diye bir laf vardır, biz eskiler çok kullanırız. Yıldönümü demektir. Devreden yıl demektir. O yılda devreden içimdekiler de demektir naçizane fikrimce.
İki sene oldu, bana yüzyıl gibi geldi zaman zaman.
Cevap almayacağımı biliyordum ve ona rağmen (ya da cevap almayacak olmam önemli değildi ve o yüzden) bir veda maili daha yazdım ben, "Hoşçakal (#2)" Yine elim titredi.
Ve
draft sent.Sıfırlandım, devretmiyorum artık.
(29 Kasım 2010 ~ 03 Haziran 2011, İstanbul)