Çalan telefonun sesi, telefonu şarjdan alıp açarken kendimi yatağa geri atışım, diğer uçtan bana “hadi kalk artık bellatrix, biz aşağıdayıııız” diye cıvıldayan dostumun hem telefondan, hem de pencereden gelen sesi... Kendimi kaldırıp cama dayadım, aşağı baktım: Herkes orada!
_ Giyinip iniyorum.
Giyinip dediğim de, üstüme tek parça deniz elbisemi geçirmek yani. Hop, aşağı, Meksika usülü köy kahvaltımı etmeye. Ohoo, herkes bitirmiş zaten, öğlene kadar beni mi bekleyecekler... (öğlene mi, yoksa öğleye mi? O kadar önemsiz ki!)
Yatarken, telefonu şarja takmayı akıl edişim dahi mucizeydi aslında. Dişlerimi fırçalayışım da öyle. Saat 06:27’ydi en son baktığımda, güneş doğmuştu ve yakında görünüp göz yakacak yüksekliğe ulaşacaktı ve benim, içtiğim onca frozen, cin-tonik, tekila, adını bilmediğim bir şeyler ve cila olan biraya rağmen, uykum yoktu. Hiç yoktu. Daha otururdum saatlerce, sahilde filan. Bilmem.
Aslında taşlaşacak denli keskin, koyu bir uykuya dalmam gerekirdi ama... Güzel tingildemeler bunlar :}
Aşağı indim, “ohooo” nidalarıyla. Oturdum ve dedim ki “Yahu biz naaptık dün Allahaşkına?”
Ne yaptığımızı anlatayım. Bütün gün Alaçatı’da hasır şemsiye gölgesinde uyuklamak ve buz gibi denizde ayılmak arasında gidip geldikten sonra, kumrumuzu yiyip oteldenbozmamıza döndük, üstümüzü değiştirdik, dedikodu yaptık biraz, Alaçatı’ya attık kendimizi. Bruges’den aldığı elbisesiyle tiril tiril gelen Aslıko’yu da aldık yanımıza. Aslında sadece Türk kahvesi içecekti arkadaşlar, ben de dondurma yiyecektim, o kadar - ama ah, alengirli bir şey olsun yeter ki, mesela mürdüm erikli frozen, illa ki yoldan çıkarım.
Seçim bana bırakılsa hayatta gitmeyeceğim Sole Mare’ye gidilme planı yapıldı akşamına. Akşam dediğim, geceyarısından sonra yani. Planı değiştiremedik zira bir arkadaşın doğumgünüydü kop-kop vesilemiz. Sözkonusu arkadaş denizden dönüp sızmıştı gerçi sevgilisiyle beraber, ne aramalar, ne mesajlar uyandıramıyordu kendilerini. Biz önden gitmeye karar verdik, süslendik (kimimiz püslendi bile), Aslıko’nın bir arkadaşını aldık yoldan ve mekana gittik.
Gerçekten, ama gerçekten kafayı çevirince denizi, yakamozu, Aya Yorgi koyundaki diğer mekanların ışıklarını göremeyecek olsam ve tepemde yıldızlar olmasa, çekilir dert değil Sole Mare. Azıcık eğlendiysem hep dostlar yanındayım diyeydi. Biraz da içkiden tabi - o kadar alkolü nerede alsan (bir drink “alma” kafası) eğlenirsin o kadar. Ajda’nın yeni şarkısını, inatla çalan ve iyi ki çalan sevdanın son vuruşu’nu, yine örsüme örsüme vuran Serdar’ı filan geçmek ve başka bir şeylerden bahsetmek istiyorum ben aslında. Bana arkadaşını sevip sevmediğimi soran Aslıko’ya “evet, sevgilisi var mı?” deyişimden mesela.
Damarlarımda alkolün gidebildiği son nokta bu sorduğum soru galiba. Halbuki hareketlerimi klinik olarak anlamsız hale getirecek kadar çok, kendimi toplayacak kadar da kararında içmiş olmak isterdim, Friends’te vardır ya öyle bir kafa, Monica Chandler’la yatacaktır, Chandler sorar: “How drunk are you?” Monica der ki “Drunk enough to know I wanna do this, not so drunk that you should feel guilty about taking advantage” . İçegeldiğim 9-10 yıldır, bu ince karar çizgisinin üstünde kararla durabilmiş değilim (içtiğim için kararlı duramıyor da olabilirim ince çizgiler üstünde, mümkün) Burnumu seri bir şekilde bulup kaybedememek dışında bir etkisi olduğu söylenemedi alkolün. Bir vaka hariç, ama o da sayılmaz sanırım, itici güç içkiden ziyade aşktı zira. Hey gidi Ortaköy.
Geceye/sabaha dönmek gerekirse... 04:30 gibi Sole Mare bitti. Gerçekten bitti, ışıklar yandı, müzik kesildi filan. Biz, inatla ayakta olan 5 kişi, müzik sesi duyduğumuz koydaki tek yere doğru rotamızı çevirdik. Orasının neresi olduğu konusunda bir fikrimiz yoktu ama biz hala enerji doluyduk, emrimizde de bir zodyak vardı. Atladığımız gibi, istikamet Duman’ın “aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk” diyen sesi. Meğer KafePi’ymiş orası, ayakta kalan son yer. Oturduk orada da bir müddet, önce yıldızlar kayboldu, sonra lacivert yerini maviye bırakmaya yüz tuttu; barmenimiz Emir’e ne kadar yalvarsak da müzik orada da bitti işte ve kalktık, isteksizce, insanları bıraktık evlerine, oteldenbozmamıza döndük.
Altını çizerek söylüyorum: Gereksizcesine ukala insanlardan etkileniyorum, evet, bir süre sonra “eeeyh be!” diyecek olma ihtimalimi gözüm görmüyor. Bunda haber değeri pek yok. Bu hikayenin kaydadeğebilecek yanı tıpasındadır efendim: Bizim o geceki halimize bakıp “sizin çıkardığınız ilaç satmaz” dediğinde o adam, Cem Yılmaz’ın deyimiyle Gerizekalı Mesleki Reaksiyon gösterip “aaa, ne dedi pis ukala” yerine “ben çok satacağına eminim de, o ilaca gerek olur mu bak onu bilmiyorum” deyip gülen insanım.
Kimin sevip sevmeyeceğinden bağımsız, zor, “ben böyleyim” inadıyım işte ama...
Sevilecek kadınım, evet, bundan eminim en azından.
(19 Haziran 2010, Çeşme)
6 yazmadan duramayan var!:
hahahaha bazı enstantaneler geldi aklıma o geceden ki sormaaaa :)
e sorucam tabi ki!
Merak konusundaa bir mim bekliyor sizi eğer yazmak isterseniz.
Sadece "merak" mı? Daha önce yazdım ama olabilir tabi, aklıma düşerse öyle bir hikaye daha...
sevilmez mi be! =)
eyvallah Jane. sen de olmasan, diyesim geliyor bazen.
Yorum Gönder