Gidip gitmemek konusunda tereddüt ettiğim bir törendi aslında. Profesyonel nişanları anlamsız ve gereksiz bulurum, düğün gibidir. Gelinlikle aynı miktarda para nişan elbisesi verilir, aynı sayıda insan aynı müziklerle eğlenir, aynı halay çekilir, aynı dostlar vardır... Tek fark, insanların takı takıp takmamak konusunda tereddütte olmasıdır işte.
Günümüzde nişan konsepti, neredeyse beraber yaşanan, ortak tatil planları yapılan ilişkilerle birlikte iyiden iyiye "out". Sahi, nişan neydi? Eskiden, bir bağdı. Aileler işin içine giriyor, iş ciddiye biniyordu. İşi resmiyete dökmek için takılan iki yüzük, insanların laf söz olmadan muhallebicide buluşabilmesini sağlıyordu.
Artık buna ihtiyacımız olmadığından, nişanlar bir düğün provası, yani nasıl diyor siz, "wedding rehearsal". Filmlerde olur ya, düğünden birkaç gün önce, düğünün yapılacağı mekanda toplaşır düğün davetlileri ve biraz daha az süslü kıyafetler içinde, biraz daha ucuz yemeklerle ama illa ki şampanya patlatıp kadeh kaldırarak konuşmalarını yaparlar falan... Sırf düğün gecesinde her şey pürüzsüz gitsin diye anın büyüsünü bozup, düğünde ilk kez dile getirilse çok daha anlamlı olacak sözleri söylerler birbirlerine.
Bizim nişan, o kadar sürprizbozan bir seremoni değildi ama takı takmacası, üç katlı pastası, ilk dans, pasta sonrası dans, kocaman nişan elbisesi ve etrafta koşturan gereksizce küçük çocuklar ile, tam bir düğün provasıydı! Benim pek işime gelen bir kararla düğün İstanbul'da olmayacağından, yüksek olasılıkla iştirak etmeyeceğim düğünün bir boy küçüğünü yaşamış olmak iyi oldu tabi.
İtiraf etmek gerekirse beni nişana dahi gitmeye iten güç, çok uzun zamandır hafif bir müzikte dans etmek için kıvranıyor olmamdı. Gerçekten, en son ne zaman dans etmiştim acaba, dostlarla da olsa... Birkaç yıl önce bir kış yemeğinde mesela? Sanırım.
Eşliğinde sevdiğim birileriyle dans ettiğim şarkılara da -tabi ki- anlam yüklediğimden, gelinle damadın ilk dans şarkılarının Ferhat Göçer'den olması beni biraz korkuttu. Ya tüm gece bu müziklere maruz kalırsak ne olacaktı? Bu müziklerle dans etmek zorunda kalırsak, sonrasında birbirimize aynı gözle bakabilecek miydik? Bu travmayı atlatabilecek, tamamen iyileşebilecek miydik? Bilmiyordum, kafam çok karışıktı. Meze tabaklarımız gelirken, ilk şarabı kafaya dikmiş kara kara düşünüyordum.
Neyse ki, güzel bir canlı müzik grubu bulmuştu arkadaşım, sonrasında çok güzel parçalara geçtik; historia d'un amor, nathalie, sessiz gemi, quizas quizas quizas... Ve ben bekar olmanın tüm avantajlarını kullanarak birbirinden yakışıklı üç adamla dans ettim :)
Sezai'yle dans etmenin diğerlerinden farklı bir yanı olduğunu söylemem lazım. Diğer arkadaşlarımla hep, insanların dans etmesi gerektiği gibi dans ederiz: Sol elim adamın omzunda, sağ elim ileriye doğru uzanmış, adamın elinde, hafifçe sallanarak otururken yaptığımız muhabbete devam etmektir dans anlayışımız. Bir arkadaşım daha hızlı şarkılarda dans etmeyi, arada beni döndürmeyi sever. Bir diğeriyle ise gönül işlerinden bahsedebiliriz dans ederken. Ama Sezai, dans etmeyi teklif edenin ben olduğumu unutturur kalkar kalkmaz, beni kendine çekip sağ elimi de omzuna atar. Sarılır işte, dünyanın en olağan eylemi. Ben Sezai'yle dans ederken, en son ne zaman dans ettiğimiz dışında bir şey düşünmem (Andon Pera'daki kış yemeğinde, aşağıdan sevgilisini almaya gittiği için ortasında kalmıştık bir dansın, 2-3 yıl önce). Bir şey söylemem hemen yanağımın yanı başındaki kulağına. Bir şey söyleyip arayı doldurmaya gerek yoktur, çünkü aramızda doldurulması gereken bir boşluk yoktur.
Çiftli fotoğrafların bol olduğu masamızda poz verirken ikimiz, "sonunda bana kalacaksın Sezo" dediğimde "Sana kalayım, daha ne?" diyen adamdır o çünkü. Gecenin sonunda "biraz gerizekalı ol kızım ya, bi şeyi de anlama" diye beni nasıl da tanıdığını anlatacak ama aynı zamanda karamsarlaştırıp yine, canımı sıkacak en doğru cümleyi de söyleyebilen adamdır.
Aydınlatmalı yazıyı bitişe doğru... Bu sefer nişan kurdelesi yutmadım bu bir, yüzükleri takan amcamın yaptığı ilahi konuşmayı bir kenara yazdım, bu da iki. Buyrun:
_ Yüzükleri takarken ne söyleyeceğimi çok düşündüm. Sonra, Ezel'in dayısı olsa ne söylerdi, dedim. Herhalde şöyle derdi: "Mesele yüzüğü takmakta değil yeğen, onu bir ömür boyu o parmakta taşıyabilmekte."
Yüzük o parmakta durmayacak, sola geçecek. El değiştirirken sıkıntı olmaması ve bir ömür sol elde taşınması dileğimizle...
(Haziran 2011, İstanbul)
4 yazmadan duramayan var!:
oha sanırım bu yazıyı okuduktan sonra sezaiye aşık oldum!! bi zahmet benimle de dans etsin ya söz arada boşluk kalırsa ben doldururum...
_btc
bu konuda aksiyonlar alabiliriz diye dusunuyorum btc.
son paragraftan bir "demotivational poster" çıkarmış. =)
tekrar baktım da, neden yahu Jane?
Yorum Gönder