Hadi bakalım, gidiyoruz, belki de dönmemek üzere. Alıştıra alıştıra bile haber verilmedi üstelik, alıştıra alıştıra da gitmiyor olacağız (şahsen "ölsem de bir/kalsam da bir/senin için yok hiçbir farkı" şarkısını mihenk taşı edindiğimden, yokluğuma kimin alışması gerekecek bilemiyorum ama yine de umut fakirin ekmeği, işte).
Şirketin adını söyleyince hatırlayamayanlar için ardından "Ortaköy" diye eklemeleri, öğlen "acaba ne yemek çıktı"ları, her zaman kahve içilmeyen Starbucks muhabbetlerini, her zaman sigara içilmeyen sigara molalarını, sandalye kapmaları, 91% kadın yoğunluğundan çıkıp azıcık ferahlamaları, kafana estiğinde kalkıp çay koymaları, çok eserse şirket içinde şöyle bir dolanmaya bahane aramaları...
ikinci bir emre kadar unutun, dendi; ikinci emir gelir mi, gelirse ne zaman gelir, belirsiz.
Plaza insanı olacağız, ahh kahretsin!
OF!
***
"Taşınıyoruz" dendiğinde kafamda çakan ilk şimşekle ilgili bir yazı değil bu (o şimşeklerle ilgili rahatça yazamıyorum). Daha çok, bağlanma noktaları ile ilgili bir yazı.
Herkesin iş, kariyer, profesyonellik anlayışı farklı olduğu gibi, iş yaparken kendini rahat hissettiği ortam da farklıdır: En basitinden, kimilerinin çalışması ancak mutlak sessizlikte mümkünken, kimileri bangır bangır müzik çalarken konsantre olabilir ancak. Kimi hızlı yükselmek ister, kimi illa ki birilerini yönetmek ister, kimi çok para, sosyal hak, daha iyi bir araba ister... Kimini ayrı bir odayla, kimini de kadroyla kandırabilirsiniz.
Halbuki bağlanmak için çok daha ufak şeylerin yettiği insanlar vardır; otoparka yürürkenki beş dakikalık mesafede deniz görmek önemlidir bazısı için. Yağmur yağıyor diye hemen kapının önüne çıkabilmek önemlidir. Sinirlendiğinde kendini dışarı atıverip 3-5 volta atarak sakinleşmek önemlidir. Masasını istediği gibi doldurmak, istediği müziği dinlemek önemlidir. Gülecek fırsat bulmak, bunu illa ki dipdibe çalıştığı insanlarla değil, sırf öğle arasında görebildiği insanlarla yapabilmek de önemlidir. Nefes alabilmek, biraz başına buyruk olabilmek önemlidir.
Belki de sırf, aynı şirkette çalıştığı insanlarla beraber olduğunu hissetmek önemlidir.
Kimseyi yermek veya yüceltmek için söylemiyorum; herkesin "önemli"si kendine. Ama şu bir gerçek ki, yaptığımız iş birçok yerde aynı. Evet, hiçbirimiz dünyada en çok sevdiğimiz şeyden para kazanmıyoruz - o yüzden de tutunacak şeylere ihtiyacımız var! Sırf profesyonel görünmek/duygusal görünmemek adına işimizi keyifli kılan anlardan teker teker vazgeçmemize rağmen şikayet etmememiz bekleniyorsa, daha keyifsiz olacağımız bir gerçek.
***
Motivasyon dediğin, insan "aman ne güzel, işe gelirken ayaklarım geri geri gitmiyor" diyorsa işe yaramıştır. O tutunduğu ufak tefek şeyler giderse elinden, bırakıp giderken arkasına dönüp bakmaz insan. Tatilin son günü havanın bozması misali...
Yazamadım, anlatamadım gibi hissediyorum ama Tuba çok güzel anlattı bugün aslında, benim anlatmak istediğim her şeyi, tüm gereken insanlara. Dinlemeyi bilene...
(24 Kasım 2009, İstanbul)