"Birini sevmeye beni benden daha iyi hiç kimse ikna edemez." yazmış İclal Aydın. Kendisi kadar bu işleri bildiğimi, aman efendim ne sevdalar, ne acılar görüp geçirdiğimi iddia edemesem de, çok yalan geldi bana bu laf.
Sanki birini görüyormuşsun, "hah ya bu iyi, bu olsun" diyormuşsun ve peşinden gidiyormuşsun gibi! Durum buysa, kalbin bazen aklı bırakıp birinin peşinden gidişi nasıl açıklanacak?
Hele de, kalbin bazen aklı bırakıp insana yaptırdıkları ne olacak? O iki kişi dışındaki herkese çok büyük fedakarlıklar gibi görünen ama onlar için çok normal olan davranışları, zamanla edinilen alışkanlıkları, sorgusuzca vazgeçilen gezmeleri, artık görüşülmeyen yakın arkadaşları, sadece o kişiye göre yapılan planları...hangi akıl, hangi mantık kabul ediyor ki o iki kişi dışında?
Büyük bir çelişki var herkesin doğru kabul ettiği ilişkisel saptamalarda. "Yuvayı dişi kuş yapar", yani fedakarlık, uğraş, ilişki oluşturma ve devam ettirme çabası genelde dişiye düşer; ki bu durum genelde böyledir. Kadınlar erkeklerden daha kolay bağlandıklarından, erkeği kendilerine bağlayana kadar, onu korkutmak pahasına, uğraşırlar. Erkekler daha geç, daha zor bağlanır ama bu bağ daha kopmaz bir şeydir onlar için sanki. Sağlamlık anlamında değil de, daha sorgulanmayan bir şeydir kadındakine göre; kadın her an zaferinden sıkılabilir veya sıkılabilirmiş gibi görünür...
O zaman nasıl oluyor da kızın, "seçen" taraf olduğunu iddia edebiliyor insanlar?
"Bir kızı elli kişi ister, bir kişi alır"sa, yani kız kapısında kuyruk olmuş taliplerinden birini seçme lüksüne sahipse, asıl onu elde etmek için uğraşılıyor olunmalıdır (veya olunmalıydı).
Olsa olsa, şu olabilir: Erkekler istedikleri kadar uğraşsın dursun, eğer kızın kafasında bir adam varsa, uğraşır didinir, yuvayı (ki yuva burada ilişki anlamındadır) yapar mutlaka. Sonrası gökten düşen üç elma değilse, bu sefer erkek kadını elinde tutamamış demektir.
Benden size tavsiye ey erkek milleti; tamamen teslim olduğunuzu belli etmeyin (olmayın diyemem, zordur çünkü). Kaybetme korkusunun bittiği yerde, ilişki biter.
///
Ben böyle dodur dodur yorum yapıyorum ya, hep boş laf benimkisi. Sizinki de, -bunları okuyup kafa salladığınız için- saflık mı desem, sadece zaman kaybı mı?
Artık "uğraşmak" adına yapılanlar eskisi kadar naif şeyler değilmiş. İnsanlar artık etkilenmiyorlarmış ufacık bir sözden, bir ay önce sarf ettiği lafın hatırlanmasından, ufacık bir temas anı yakalamak için bin takla atılmasından, gözlerine dalıp gidilmesinden... Artık ilişkiler farklı yaşanıyormuş, başka türlü tanıyormuş insanlar birbirlerini. Daha hızlıymış her şey. Denenip, bırakılıyormuş; öyle çok beklenmiyor, naz yapılmıyor, kimsenin nazı çekilmiyormuş - kimsenin! Ve daha cesurmuş insanlar eskiye göre, yüzüne bakarken kızarmak ne kelime, pat diye söyleyiveriyorlarmış hislerini, "bundan daha normal ne var ki?"
Yüz yıl uyuduğum uykudan uyanmış gibi açtım gözlerimi ben; beni kimse öpmedi üstelik. 24 yaşımda, iş işten geçmiş gibi hissetmem, tamamen yabancılığımdan.
Ya iflah olmaz bir romantiğim, ya da su katılmamış bir saf.
Dünyanın en rasyonel insanı olduğumu düşündüğüm 24 yılın sonunda, tepetaklak...
(15 Ekim 2009-09 Kasım 2009, akşamın bir vakitleri, Ortaköy ofis)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder