hem yorgundu hem canı sıkkın. normalde hayatta böyle bir yoğun iş haftası sonunda iki gün üst üste çıkmazdı dışarı, yatar dinlenirdi. ama normal değildi durum. şirinlerinin doğum günü vardı. mekana girdi. gece boyu, moralini bozan türlü şeyler üstüste oldu, ama bir yandan da çok keyifliydi topluluk. kahkahalardan diğer müşterileri rahatsız edecek boyutta. birbirinden son derece farklı insanlardı. aileleri farklı, memleketleri farklı, hayatı algılayışları farklı, yaşayışları farklı, karakterleri farklı, amaç olarak aynı düşünüyor gözükseler de ideolojik olarak tamamen birbirinden farklı bir çok insan, uzun süredir eylemde, eğlencede, hüzünde, yani hayata dair neredeyse tüm pratikte hiç ayrı düşmeden hep yanyana duruyorlardı. gitgide daha çok birbirlerine bağlanarak.
gece ilerledikçe göğsüne oturan sıkıntı büyüyordu. arada bir iki gidenler oldu. kalanlarla beraber çıktılar. önce dans etmeye gittiler. birbirinden bu kadar farklı olan insanlar, müzik zevkleri, dans algıları farklı bu insanlar istisnasız, "ben bilirim, ben bilmem, ben sevmem, ben istemem" demeden, kahkahalarla gülerek rock, rap, oryantal, halay, hip hop, pogo, polka allah ne verdiyse dans ederek eğlendiler. tabi oryantal motifli elektrik dansı, rap yaparken tey tey sesleri eksik oldu mu tabi ki olmadı. peki sorun oldu mu tabi ki olmadı.
gece fevkalade keyifli geçmekteydi, bir de şu içindeki sıkıntı ve hayata dair kızgınlığı olmasaydı. saat üçe gelirken o mekandan da çıktılar. çıkarken akıllarda dağılmak vardı artık. hele bizimki, ne demiştik başta, bu yorgunluktayken hayatta bu kadar kalmazdı dışarda. ama o da ne ?birisi tophane'ye gidelim mi dedi? gitmesi gerekenler oldu, kalanlar daha çoktu. ve ilk buluştukları andaki insanlara göre daha uzun zamandır birbirini tanıyan, aynı dili konuşan, bakışlarıyla bile anlaşmayı becermeye başlamış çekirdek kadro, yedi kişi, tophane'ye doğru yollanmaya başladı. her zamanki gibi bu gece de bu gruptan kimse şimdiye kadar hiç bir öneriye itiraz etmemişti. ki zevkleri farklı, karakterleri farklı, birbirine hiç benzemez insanlar grubuydu bu.
- amanın sabaha kadar açık mı nargileciler?
- amanın armutlar mı var?
- ben armuta oturursam direk uyurum abi
- uyu lan ne olacak.
- heyoo gidelim
- içki alalım abi yolda içeriz.
içkiler alınır yola düşülür. bin türlü geyikle kazancı'dan tophane'ye doğru:
- abi zillere basıp kaçalım mı?
- niye lan manyak mıyız?
- abi nasıl güzel yerlerde oturuyor terbiyesizler, uyumasınlar!
- ahahah arkadaşlar kapitalizme karşı mücadele yolunu buldu arkadaş. bundan sonra zillere basıp basıp kaçıyoruz geceleri.
- aa kaldırım hadi oturalım!
- aa evet oturalım.
- aa kuytuda ağaç köşesi hadi tuvaleti gelen??
- ulan kadınlar için niye bu kadar kolay değil beee
- aa güzel kaldırım hadi oturalım.
- aa hadi oturalım.
- aa açık çorbacı hadi çorba içelim
- aa evet evet içelim.
- aa kaldırım hadi yine oturalım.
dedik ya binbir türlü geyikle tophane'ye kadar vardı bu içleri farklı, dışları farklı ama yolları ve yürekleri aynı grup. armutlara konuşlanıldı, kahveler, çaylar içildi karanlık gökyüzüne karşı, ufaktan uyumaya başlayanlar oldu. sabahın 5'iydi artık saat. çalışanların da yüreği güzeldi. battaniye servisi yapıp, dışarının ışıklarını kapadılar rahat rahat uyusunlar diye uyuyanlar. kendi elleriyle uyuyanların üstlerini örttüler. artık herkes uyuyordu, o hariç. önce uzun uzun içini sıkan sebepleri düşündü. yine yeni yeniden kararttı içini. kafası armutun tepesinde, gözleri gökyüzünde. açık havada uzanmak ne güzeldi, ne güzeldi, ne güzeldi. bir süre sonra tek tek, uyuyan arkadaşlarının yüzlerine baktı. o kadar masum, o kadar güzel. yedi tane insan sabahın köründe tophane'de, açık havada, armutların üzerine yayılmış uyuyordu. bu kadar değişik, belki anlamsız bir hadiseyi dünyanın en sıradan ve her gün yapılan şeyi gibi hiç sorgulamadan aynı anda kabul edebilmek için gerçekten farklı bir dil, farklı bir aynılık gerekir herhalde diye düşündü. sonra kendisi dışındaki 6 kişiyle diğer paylaştıklarını, yaşadıklarını düşündü. "iyi bir dostu anlamak için yolculuk yapmak gerekir" derlerdi yapmışlardı, hiç sorunsuz. "sarhoş görmek gerekir" derlerdi bolca görmüşlerdi. "esas kötü günde belli olur" derlerdi onu da sıkça yaşamışlardı. polis karşısında bile kalmışlardı ve hepsinden başarıyla geçmişlerdi. kimse demezdi "beraber saçmalamak, hem de hiç sorgulamadan saçmalamak da gerekir" diye ama şimdi bu siyah göğün altında, bunun da çok önemli bir şey olduğunu düşünüyordu.
"ne sıkıntı yaşanırsa yaşansın, insanın böyle dostları varsa, bu hayata kötü denemez" diye düşündü, o da gözlerini kapadı. saat 7'ye geliyordu.
(saryade, 18.08.2007 08:46)
Ekşisözlük'ten alıntıdır.
Fotoğraf için teşekkürler Derya Tombuloğlu :)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder