Sevmiyorum lan seni!
Zaten ilk intiba çok önemlidir; ilk gördüğümde de sevmemiştim seni pek, “üff” demiştim “ne kasıntı, kaba saba, soğuk, kocaman!” Ve o gün çok da iyi geçmeyen bir sınava girmiştim ve moralim de bozuktu, o güne dair yolunda gitmeyen her şeyi seninle özdeşleştirmiştim – ben seni görmek istemiyordum bir daha tamam mı; sultan olmak varken, imparatoriçe olmak istemiyordum. Başka ekoller peşindeydim ben.
Daha 10 yaşındaydım.
Büyüdüm sonra, yıllarca görmedim seni. Uzak kaldım senden, mutluydum, aklıma gelmedin.
Kuzenim tanıştı seninle bu arada – ondan seninle ilgili izlenimlerini dinleme fırsatı bulamadım hiç ama birkaç yıllık tanışıklığının onun hayatında çok önemli bir yer bıraktığını sanmıyorum. Zaten hiç bahsetmedi ki senden…
Sonra ben bir sürü insan tanıdım, hepsinde senden izler vardı: Zeka, kavrayış, kibir, mükemmel bir espri anlayışı, bir şey beğenmemezlik, bazen kendine güven ama çoğu zaman da kibirlerinin altına gizledikleri güvensizlikleriyle dolu, hem takdir edilecek hem de yerilecek bir sürü adam: Ben o adamlarla aşık atabilirim sandım, attım veya atmaya zorladım kendimi, ben o adamlarla çok eğlendim, ve ben o adamları sevdim, aşık oldum, kavga ettim -bazen ikisi birden- yapamadım, yürütemedim, bitirdim, bitirdik. Arkadaşlıklarımı da bitirdiğim oldu, onların inadı yüzünden. Ah o inatları yok mu…
Bu arada tanıştıklarım hep adamlar değildi tabi, az da olsa kızlar da vardı listemde. Bazen kıskandığım, bazen anlayamadığım, bazen de hayatlarının zorluğuna üzüldüğüm kızlar. Ama duruşlarına hayran oldum çoğunlukla. Bir bakışıyla bir adamı yıllarca esir edeni de vardı; “anne” deneni de.
17-18 yaşlarındaydım.
(Bu arada seni gördüm yine, daha büyük, daha farklı bir gözle. Senin gözlerinden baktım, çok sevdiğim şehre hayran oldum yine. Kıskandım biraz da, “ayıp” dedim, “insan böyle bir güzellik görmemeli her gün her gün, bize haksızlık oluyor biraz”.)
Bir de bu paragraflardan ayrı bahsetmem gereken bir adam daha geldi az sonra; daha anlayışlı, daha olgun. Yine olmadı, olduramadık. Ama benim payım daha büyüktür beni günah keçisi ilan edenlerce.
23 yaşındaydım.
Aylar geçti; tamam artık yeter, başka bir sayfa açıyorum hayatımda dedim, yeni keşfetmiş olabilirim ama olur ya, dedim; oturttum kafamda. “Biz” fikrini sevdim. Uzun zamandır varmış gibi bu biz, kafamda, sevdim işte. Bazı şeyleri onunla birlikte düşününce anlamlı oldu; bazı şeyleri ona anlatmak için biriktirir oldum.
Sonra şaşırarak öğrendim ki onun hayatından da sen geçmişsin - sanki öncekiler kadar derin değil gibi ondaki izlerin ama kim bilebilir? Belki beceremedin bu sefer (ki inanırım, kabuğu daha kalın bunun) veya belki öyle bir içine işledin ki, bastırsa da, derinden bir yerden çıkıp gelecek o kibir günün birinde… Ben görmem herhalde.
~
Ben senin canını acıttım mı hiç? İlk görüşte seni sevmedim diye mi yapıyorsun bunları, yoksa senin sevdiklerine yeterince değer vermedim, ihanet ettim diye mi? Alacağın vardı benden, şimdi onu mu tahsil ediyorsun?
Ne zorun var benimle? Ne yapacaksın, duvarlarında yankılanan mutsuzluğu bana verip, benim mutluluğumu, sevincimi, enerjimi o koca kasa kapılarının ardına mı gizleyeceksin?
Bırak peşimi artık, bırak.
Sevmiyorum seni…
(Ekim 2009)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
2 yazmadan duramayan var!:
bu kalleşlik belki bana yakışmıyor ama...hem de mesai saatinde:)
askı
ya ne zaman olacagidi..
Yorum Gönder