Eğer yeterince filminiz, kolanız, portakal suyunuz varsa; sıcaksanız; ertesi gün mecburen-meeecburen bi işiniz olmayacaksa; sevdiğiniz, beraber güldüğünüz insanlarla beraberseniz ve o an olacak daha iyi bir yer düşünemiyorsanız, o zaman mahsur kalma hali tercih edilebilir, hatta iple çekilebilir bir haldir.
Ama eğer; kolunuzda çanta, sırtınızda bilgisayar, elinizde bugün mecburen giydiğiniz takıma uygun topuklu ayakkabıların olduğu poşet, ayağınızda da o takıma hiç uygun olmayan amaartıknapalım hummer botlarla işyerinden (illa ki en son) çıktığınızda bırakın saatte bir geçen toplu taşıma araçlarını, binecek taksi bile bulamayıp 45 dakika boyunca karda ve kar hala yağarken ve tabi ki düz ayak değil, İstanbulumYeditepemin bol yokuşlu sokaklarından eve yürüyecekseniz, işte bu mahsur kalma hali sizin için rezillikten başka bir şey değildir.
DONDUM ULAN!
Şimdi bana Ünzile edebiyatı yapmasın kimse. Evet ben de biliyorum "benim bu yürüdüğüm yolun üç katını birilerinin her gün okula gitmek için" teptiğini. Üzülemiyorum; ben de çalışıyorum çünkü - keyfimizden yürümüyoruz herhalde. Ayrıca, ben vergisini veren bi vatandaşım tamam mı, dostum! Ben şehirde, büyükşehirde, metropolde hatta aman-da-aman 2010 Kültür Başkenti'nde yaşıyorum, sanıyorum. Nedir bu rezalet?
Neyse, sakin... Hadi koltuk değneğinin arkasındaki mutluluğu görelim. Bugünkü kar maceramdan hiç keyif almadım değil. Yolumun üstündeki hani böyle kenarına ip bağlayıp dilek tutulası, eşekle filan tırmanılası yokuşlardan birinde ayak değmemiş koca bir kar birikintisi bulup POF! efektiyle atladım içine. Şimdi böyle zamanlarda insan Eternal Sunshine of the Spotless Mind'ı neden sevdiğini anlıyor, Serendipity'yi de anıyor (orda olay buzdu ama soğuk soğuktur). Olsa da izlesek. Bu "k" biraz eğreti durdu, kim o, bi fikrim yok.
Sonracıma, birkaç dakika boyunca öyle durdum. Azcık kar attım ağzıma, karın susuzluk üzerinde hiçbir etkisi olmayışını düşündüm yine (bunu hep düşünüyorum ama hiçbir zaman eve gelince araştıracak kadar merak etmiyorum. StepSoru olsaydı bunu yazardık) ve bundan daha önemli hiçbir şey düşünmeden durdum. Durakaldım. Bir sürü kayda değer şey geçti kafamdan, hiçbiri kayıtlara geçmedi. Yanaklarımın Heidi veya Renée Zellweger gibi kıpkırmızı olduğunu bilerek, giderek ısındığımı fark ederek hiçbir şey yapmadım. Kalktım sonra, azcık ilerde yine ayak değmemiş bir alan bulup bi yıldız çizdim oraya.
Sonra, nefes nefese ve küfrederek yoluma devam ettim.
Ömrümü yedin İstanbul, ömrümü!
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder