Galiba bilerek ve isteyerek bugünü ofis dışında geçirdim ben, ne kadar isyan eder gibi görünsem de.
Güya yetişmeye çalıştığım ve uğruna ayakkabımı değiştirip dudağıma lütfen bi ruj sürdüğüm yere trafik yüzünden ulaşamadığımda, ufak da olsa bir rahatlama hissettim çünkü.
Döndüm, evin önünde oturdum biraz arabanın içinde. Sting çalıyordu, shape of my heart (o diil de bi "Maverick" vardı o nooldu?) ki ardından yapılan çeşitli cover'larına inat çok iyi şarkıdır... Ben öyle ışıkları, farları kapattım, oturdum. Hep şaşırmışımdır trafikte yola baktığı halde yeşilin yandığını fark etmeyecek kadar bir şeylere dalmış adamlara ama demek ki oluyormuş veya demek ki ben o dakikada iyi ki artık araba kullanmıyormuşum.
Artık istemedim o saatten sonra gitmeyi çünkü bugün öğle yemeği bile yememe müsaade etmeyen yoğunluğun yorgunluğundan sonra kafam elvermeyecekti birilerine gülümsemeye. Hele de bugün, açıksözlülüğümden ve pazarlama beyniyle düşünmeyişimden ötürü ufak bir fırça yemişken - ki bu da hırsızlık yaparken yakalandığım zamanki kadar kaynar sular döktürdü başımdan ama aslında alışmam ve unutmam lazım biliyorum (gel gör ki kadınlar affeder ama asla unutmaz)-. Hem içim de elvermeyecekti; o orada olan ben yokmuşum gibi, ben de içimde olan o yokmuş gibi davranacaktım. İstemiyorum artık böyle şeyler. Artık bunu yazmak da istemiyorum ama başka çarem yok.
Neredeyse burdan memnunum bir yere gitmeyelim, bile diyeceğim.
Aslında tek istediğim yatıp uyumak. Ama işim var. Ev işi de var. Daha kötüsü, kafam dolu; sitsen uyuyamam (sittin sene, gibi) ki hale bak, ev işini dahi bahane edecek kadar doluymuş kafam.
Patrick olmak istiyorum bir günlüğüne, tüm gün oturup hiçbir şey yapmayıp -ama mutlak bir hiçbir şey olacak bu- gün sonunda, gerçek hayatta bir türlü bitmeyen To Do listemi çıkarıp karalamak istiyorum üzerini:
İnsanların ne kadar mutlu, huzurlu, aşık, kalbi boş, iyi hoş olduğunu görmek veya bunlar hakkında yazdıklarını okumak da istemiyorum; o yüzden aslında çoğunlukla severek okuyageldiğim bir blogun sahibinin takriben bir yıl bir şey yazmayacağını gördüğümde sevindim bile biraz. Belki de ahım tutmuştur. Çünkü en yalnız halimde bana yımış yımış bir aşkısı yazısı okuttu ve beni sinir etti. Halbuki belli ki benim mızmızlanmaya hakkım olduğu kadar, insanların da mutluluk saçmaya hakkı var. Evet biliyorum bunu, kendimi o kadar sık akla ve mantığa çağırıyorum ki bilmemem mümkün mü?
Azcık salak olsaydım keşke. Azcık değil çok salağım tabi ki ama öyle değil; azcık kendini bilmez olsaydım keşke, bu kadar deşmeseydim, didiklemeseydim, düşünmeseydim, "mihi!" deyip sevinseydim ve tüm gün yüzümde bir gülücükle dolaşabilseydim, ufak şeylerden bu kadar mutlu olmaya devam edip ufak şeylerden bu kadar mutsuz olmaktan vazgeçseydim, teyzemin bıyığı olsaydı o da dayım olsaydı (hep bir dayının eksikliğini çektim, mesela) ama artık bıyık moda değil pek. İddia ediyorum; Polat Alemdar, Behlül veya şu aralar en çok Ezel bıyık bıraksa, yemin ediyorum bıyık moda olur tekrar. Onlar bıyıksız diye Permatik kazanıyor habire. Permatik de kaldı mı bilmiyorum ki :)
Keşke şu an konuşuyor olsaydım. Daha çok uzatasım var.
Uff, havaya bak.
Tam kırmızı şarap havası.
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder