Saat 22:49'du ve benim canım, evde kahve ve süt olmasına rağmen Starbucks'a gidip orada biraz oturmak, çikolatalı müsli zımbırtısı yemek, geleni geçeni seyrederek kitap okumak ve müzik dinlemek istedi. Cumartesiydi, çok kalabalık olabilirdi, ben eve gelince giydiği pijamaları acil durumlar dışında çıkarıp kot giymeyi seven biri değildim ama oldu işte yine de: Dışarı çıktım. Ailemden ayrı yaşamak için ettiğim kavgaların üstünden 2 yıl geçti ama ben hala, bu saatlerde dışarı çıktığımda kendimi çok şanslı hissediyorum. Dışarı çıkabildiğim için. Kahvemi dışarıda içme ve kimseye bir şey söylememe özgürlüğüm olduğu için. Düşündüm: Saat 22.49'da dışarı çıkıp kahve içme ihtiyacının mantığını açıklayabilsen aileye, onların yanından taşınmak istemene çok da şaşırmazlardı.
(Bu arada fark ettim de, gerçekten de tam 2 yıl olmuş ben evden ayrılalı: 2 yıl önce yarın, yani 18 Aralık 2009 günü taşınmıştım Fulya'daki evime. Hatırlıyorum, çünkü uzun zamandır beklediğimiz Avatar da o gün gelmişti ve deli sikmiş gibi taşındığım günün gecesinde, saat 01:00'de, sinemaya gitmiştim. Hey gidi günler.)
Bizim eve en yakın Starbucks, iPod'un her daim dolaşık kulaklığını çözüp kafaya göre bir müzik ayarlama süresinden daha kısa zamanda gidilen bir yerdedir. Ellerimi cebime sokup yürüdüm ben de. Hava o kadar rüzgarlıydı ki, uçuşan saçlarımdan önümü görmüyordum; üstelik saç uçlarım yüzüme yüzüme batıyordu düşmanca. Böyle böyle Starbucks'ın önüne kadar gidip kapalı kepenklerine (Murphy, naber canım?) birkaç dakika anlamsızca baktıktan sonra yürümeye devam ettim. Caddenin sonuna kadar gelince, yakınlarda başka bir yer olmadığını ve benim de kahveyi bu saatte araba kullanacak kadar istemediğimi düşünerek eve döndüm. Ben kalabalık olur derken, Starbucks bu saatte müşterisizlikten kapanıyordu. Evet, ben insanları hiç tanımıyordum.
Yolda bir yerden portakal suyu aldım (züğürt tesellisi kabilinden). Portakal suyu sıkılırken, duvarlara baktım. Dükkan sahibinin Türk bayrağı önünde cumhurbaşkanı ile çekilmiş bir fotoğrafı çerçeveliydi duvarda. Dükkan sahibi, biraz önce gördüğüm "bayanın siparişini aldık mı?" esnafı değil miydi, hani ayağında eskimiş beyaz spor ayakkabılar ve üstünde gereğinden bol bir pantolonla lekeli bir kazak olan? Peki bu Gül'ün yanındaki janti hali neyin nesiydi? Daha da önemlisi, bir zincirin tek halkası olan küçük bir tostçunun sahibi bir adam, oval ofise nasıl girmişti? Bilemedim. Portakal suyumu alıp çıktım dükkandan.
Eve doğru yürürken açık olan tek tekel bayiye (bayiine? bayisine? bilemedim.) uğrayıp Burçak aldım. Adam bu saatte gelen olsa olsa hayvan gibi çikolata alır diye düşünmüş olabilir ama napalım. Hem benim junkie gibi bi tipim mi var? (Olmuşluğu vakidir ama en azından bu gece yoktu.)
Tekel bayinin yanında, bebek karyolaları ve battaniyeleri ve oyuncakları satan, ilk kez orada olduğunu fark ettiğim dükkana da birkaç dakika anlamsızca baktıktan sonra yürüdüm eve geri. İnsanlar Starbucks'a gitmiyor ama kıyıda köşede kalmış tekel bayilerin kıyısındaki köşesindeki dükkanlardan bebeklerine alışveriş yapıyordu. Nasıl bir semtti burası böyle?
Portakal suyunu poşetin üstünden dik tutmaya çalışarak yürürken, komşu apartmanlardan birinin duvarı önüne konmuş sandalye gözüme çarptı. Yazlık evlerin -eğer şanslılarsa- kapılarının önündki bahçelere atılan tahta yemek takımının açılabilir tahta sandalyelerinden... Niye ordaydı ki? Tüm gün yorulan İspark adamları için miydi?
Gün oluyordu, gece oluyordu, rüzgar esiyor ve yağmur çiseliyordu ama oradaydı sandalye.
Kafamda deli sorular, dedim ve güldüm (kendi) kendime: Serdar Ortaç'tan kendime pay çıkardığım bir hayatım vardı. Yanımda olan insanlar için kendimi hep şanslı hissederdim ama giderek daha az şanslı hissediyordum. Noluyordu? Eskiden "bir zaman makinesi olsa nereye gitmek isterdin?" sorusuna verilebilecek yanıtım yokken, şimdi vardı: Ait olduğum yere gitmek istiyordum. Eskiden bir yanıtım olmayışına üzülürken, şimdi yanıtsız kaldığım günlere geri dönmek istediğimi fark ettim. A-aa, aslında bir zaman makinesi olsa ben, zaman makinesi olsa nereye gitmek isterdim sorusuna hiçbir yere gitmek istemiyorum yanıtı verdiğim günlere gitmek istermişim!?
Eve geldim, içeri girdim, pijamamı -geri- giydim ve mutfaktan pipet aldım. Portakal suyu içeceksem, bunu hakkıyla yapmalıydım.
(17 Aralık 2011, Gayrettepe)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
2 yazmadan duramayan var!:
cokcok begendim bunu. cok simple ve random ve ozellikle son 5 paragraf (tek cumlelik paragraflar <3) asiri iyi. there is a texture, a mood.
so glamorously random
z <3 b <3 v
İşte bunu yazıyordum Karga Mecmua'yı okumadığım zaman diliminde :)
kalpkalp
Yorum Gönder